23 Şubat 2011 Çarşamba

yeşil çatılar


“Yaşayan Çatılar” olarak da anılan yeşil çatılar, özellikle son yıllarda daha fazla gündeme gelen ekolojik yaklaşımlarla adından daha sık söz ettirir oldu. Fakat tahmin edileceği gibi pek de yeni bir fikir sayılmaz. Tarihi antik çağlara kadar uzanıyor. Bilinen en eski örnekleri de bu topraklarda verilmiş üstelik. Antik çağlarda, Mezopotamya’da yapılan basamaklı ve yüksek bir tür tapınak olan zigguratlar, yeşil çatıların bilinen ilk örneklerini de barındırıyormuş. Herkesçe bilinen örneği ise Babil Hükümdarı Nebukadnezar II tarafından (karısı Amyitis için yaptırdığı söylenen) Babil’in Asma Bahçeleri tabii..


Daha yakın geçmişte ise Avrupa’da, özellikle de kuzeyinde yeşil çatılar çok sık kullanılmış. İskandinavya’nın çim kaplı çatıları, geleneksel İskandinav mimarisinin bir parçası. Bu topraklarda yeşil çatıların prehistorik dönemlerden itibaren kullanılmaya başlandığı sanılıyor. Fakat özellikle Vikingler döneminde ve ortaçağda pek çok evin çimen çatısı varmış. Bunun temel nedeni yeşil çatıların yapılara sağladığı izolasyon avantajı olsa gerek. Soğuk bir iklimde, kışları bu kadar doğal yoldan sağlanacak bir yalıtım oldukça iyi bir çözüm. Bu dönem örnekleri; toprak tabakasının altına, ağır ahşap kirişler ve su yalıtımını sağlayan huş tabaka yerleştirilerek yapılıyormuş.
Günümüzün modern yeşil çatı trendi ise artık belirli tekniklerle çok daha profesyonelce yapılıyor. Bu trend, 1960’larda Almanya’da başlayarak pek çok Avrupa ülkesine yayılmış. Almanya’da özellikle 1970’lerde bu konuda ciddi araştırmalar yürütülmeye başlanmış. Bu yüzden bugün Berlin başta olmak üzere, Almanya’da çatıların % 10 kadarının yeşillendirilmiş olduğu tahmin ediliyor. Yine Almanya, İsviçre, Hollanda, Norveç, İtalya, Avusturya, Macaristan, İsveç, Birleşik Krallık ve Yunanistan’ın da aralarında bulunduğu pek çok ülkede yeşil çatı çalışmaları yapan aktif topluluklar var. Avrupa’daki örnekleri kadar yaygın olmasalar da Birleşik Devletler’de de yeşil çatı trendi popülerleşmeye başladı.
Yeşil çatılar, yağmur sularını emmeleri, izolasyon sağlamaları ve sizin kendi doğal yaşam alanınızı oluşturmaları açısından önemli. Özellikle kent ortamında bir yeşil çatıya sahipseniz kentin getirdiği pek çok negatif etkiden korunmanız mümkün. Çünkü büyük bir kentte yaşıyorsanız “ısı ada etkisi” denilen (heat island effect) bir etki altındasınız demektir. Bu, hemen yakınınızdaki kırsal alanlara nazaran kentte yaklaşık 4-10 derece arasında değişebilecek bir sıcaklık farkında yaşamanız anlamına geliyor. Çünkü asfaltlarla, binalarla ve çatılarla çevrili bir kentte güneş ışığını yansıtacak çok az yeşil alan olması ve tüm bunların güneşi yansıtamadan emmesi, şehirlerin tepesinde kubbe şeklinde bir ısı adası oluşmasına neden oluyor. Yeşil çatılar sizi bu ısı adası etkisine karşı da koruyor. Bu yüzden kent yaşamında çok tercih edilesi bir çatılama sistemi.


Günümüz yeşil çatılarında iki temel tür bulunuyor. İngilizce Extensive ve Intensive olarak adlandırılan bu türler, yoğunluk ve gerektirdikleri bakıma gore sınıflandırılmış. Intensive olarak anılan yeşil çatı sistemi, çok daha profesyonel ölçekte tasarlanması gereken bir sistem. Daha fazla tür bitki yetiştirmeye olanak veren bu sistem, elbette çok daha kalın bir toprak tabakası gerektiriyor. Tam da bu yüzden kurulumu diğerine gore daha zor. Yüksek performanslı bu çatı bahçeleri, adeta bir park gibi düzenlenebilecek, çok çeşitli bitkiler ve ağaçlara ev sahibi olabilecek bir kapasiteye  sahip. Kaliforniya Oakland’daki Kaiser Center bu örneklerden biri. Benzer bir örnek de Avusturya’nın turistik çekim merkezlerinden biri haline gelen HundertwasserHaus. Üzerinde ağaç bile yetiştirilebilen bu tip yeşil çatılar için daha kalın bir toprak tabaka gerekiyor ve daha ağır bir sistem olduğu için yapının strüktürünün de buna uygun olması şart. Yapısı gereği uygulanacak bakım da yoğun ve nispeten pahalı.








(Solda Kaiser Center, Sağda HundertwasserHaus)

Extensive denilen ikinci tip yeşil çatının ise daha düşük bir performansı var. Genelde maksimum termal ve hidrolojik performanslı ve düşük ağırlıklı malzemelerle yapılıyorlar. Hem düz hem eğimli çatılarda kullanılabilen bu çatılarda, piyasada bulunabilen malzemelerle 41 mm. gibi bir derinlik ve metrekareye 49-98 kg. arası (ıslak) ağırlık elde etmek mümkün. (Daha derin olmasına imkan verecek sistemler de bulunuyor ama daha az.) Bu yüzden ince bir toprak tabakasıyla hazırlanan bu tip çatılarda yalnızca bir veya iki tip bitki yetiştirilebiliyor. Türleri de yine bu sistemde yetişebilecek olan bitkiler arasından belirleniyor. Çoğunlukla çimen ve küçük boylu, derin kök salmayan bitkiler tercih ediliyor. Bu yüzden bakımı da çok daha kolay ve ucuz.
Bu düşük yoğunluklu yeşil çatıları hem eğimli hem düz zemine uygulamak mümkünse de, yapıları gereği yağmur sularına karşı doğal bir drenaj oluşturan eğimli çatılar tercih sebebi.
Tüm bu aşamaları bir kez geçip yeşil çatıyı yaptıktan sonra ise pek çok avantaj sağlanıyor. Her şeyden ama her şeyden once tepesinde kendi bahçesi olan bir evde ya da binada (çok katlı binalarda dahi çatı bahçeleri kurmak mümkün) yaşamanın mutluluğu.. Ama avantajlar bununla sınırlı değil tabii.
En önemli avantajı ısı yalıtımı. Yeşil çatılar kış aylarında ısı kaybını önemli oranda azaltıyor ve ısınmak için tüketilen enerjiyi azaltıyor. Yazın ise aynı şekilde evin havasını soğutmak için harcanan enerjiyi.. Yapılan araştırmalara gore yazın soğutma, kışın ise ısıtma ihtiyacını % 26 gibi bir oranda düşürebiliyorlar. Ki bunun sağlayacağı enerji tasarrufu yeşil çatıların sayısı arttıkça oldukça kayda değer olur gibi görünüyor.
Önemli diğer bir avantajı ise yağmur suyu tutma kapasiteleri. Artık yeşil çatılar, yağmur sularını tutuş kapasiteleri nedeniyle yerel kanunlarda da yer bulmaya başlamış. Çünkü % 75’e varan oranlarda yağmur suyunu tutabiliyor ve atmosfere kademeli olarak (yoğunlaşma yoluyla) geri gönderiyor. Yine aynı özelliği, fazla yağış suyunun akış hızını azaltmasına yarıyor, ki bu da olası su baskını ve sel felaketleri için çok faydalı bir önlem.
Kentlerde yaşayanlar için ise yeşil çatılar hem ısı ada etkisinden kurtulmak için bir yöntem, hem de astım hastaları için ideal. Havadaki Karbondioksit oranını düşürüyor ve hava kirliliği etkilerini azaltmalarının yanında yağmur sularındaki kirlilikleri ve ağır metalleri filtreleyebiliyor.
Yine kent yaşamı için önemli  bir avantajı da ses kirliliğine karşı olan etkisi. Genellikle büyük kentlerde insanların sağlıklı bir şekilde yaşayabileceği desibel aralığının üzerinde bir yaşam var. Özellikle İstanbul’un hemen her yerinde bu desibel aralığının üzerinde bir sese maruz kalıyoruz. Yeşil çatılar ise yapıyı dış seslere karşı izole edebiliyor. Alçak frekansları toprak, yüksek frekansları ise bitki örtüsü bloke ediyor ve böylece çok yüksek frekanslı sesler bile gürültü kirliliği sınırlarının altına çekilebiliyor. Aynı zamanda bu bitki tabakası, verici istasyonlarından yayılan elektromanyetik dalgalar için de koruyucu bir etkiye sahip.
Yeşil çatıların diğer bir avantajı ise çatıların ömrünü uzatması. Çünkü iyi bir işçilik ve malzeme ile bile; fiziksel, kimyasal ve biyolojik baskı, (ısı değişimleri, UV ışınları, Ozonun etkisi) çıplak bir çatının ömrü 15-25 yılla sınırlıyormuş. Oysa yeşil çatılar hem bitki hem toprak tabakaları sayesinde bunlardan çok daha az etkileniyor, bu yüzden de daha uzun ömürlü.
Yurtdışında çok sayıda kayda değer örneği bulunan yeşil çatılardan; -en eski örneklerinin bulunduğu- bu topraklar, pek de nasibini alamadı ne yazık ki. En yoğun nüfusa sahip ve en gelişmiş kenti olan İstanbul’da bile tek kayda değer örneği Ümraniye’deki M1 Meydan Alışveriş Merkezi. Fakat bu sağlam girişimle sayılarının önümüzdeki yıllarda artacağını umuyorum. Çünkü kent yaşamının zorlayıcı fiziksel ve psikolojik şartları altında yaşamak insanlar için çok yıpratıcı hale geldi. Ses, hava ve görüntü kirliliği, trafik, iş hayatı, hatta maddi olanaksızlıklar pek çok fizyolojik ve psikolojik sağlık sorununa neden olmaya başladı. O yüzden kent ortamında bile kendi bahçesine sahip olabilme lüksü çok mühim. Çünkü bu sayede kendi doğal ortamınızı oluşturabilir, hiç vakit kaybetmeden yaşadığınız binanın hemen üzerinde soluk alabileceğiniz, belki kendi sebzenizi-meyvenizi ya da baharatınızı yetiştirip toplayabileceğiniz, yemyeşil bir ortama sahip olabilirsiniz. Üstelik bu yeşil alan yalnızca sizin için değil, bir çok faydalı böcek, kuş, arı ve kelebek için de bir çekim alanı olacak ve bu sayede hem siz hem de kent hayatından kaçamayan diğer canlılar kendilerine nefes alacak bir alan bulabilecek.
İnternette yeşil çatılarla ilgili bilgi alınabilecek pek çok faydalı siteden bazıları şunlar:

21 Şubat 2011 Pazartesi

earthships


Earthshipler, Biotecture firmasının kurucusu Mike Reynolds`ın öncülüğüyle ilk kez 1970’lerde yapılmaya başlanan doğayla uyumlu evler. En bilinen özellikleri ise yapımlarında kullanılan temel malzemenin, toprak doldurulmuş hurda araba lastikleri olması.


Eartshipler, doğayla uyumlu olmaları, ucuz ve kolay yapılabilir olmalarıyla 70'lerden günümüze kadar kolayca yayılma imkanı buldular. bugün dünyanın pek çok yerinde earthshipler yapılıyor. Başta daha çok Birleşik Devletler'de yaygınlaşan fikir, sonradan Avrupa'nın pek çok ülkesinde de uygulanır olmuş.
Mike Reynolds ve firması tarafından, fikrin ortaya çıktığı günlerden bu yana geliştirilmeye devam edilen earthshiplerde, yalnızca araba lastikleri değil, başka çöp malzemeler de kullanıyor. Yeniden kullanmaya uygun pek çok malzeme kendine eartshiplerde kolaylıkla yer bulabiliyor. 

Earthshiplerin temel olarak üç prensibi var: 
ilki yapımında geri dönüştürülebilir ve dünyanın her yerinde bulunabilecek doğal malzemeler kullanılması. Bu çok önemli; çünkü bir earthship, gezegene en az zarar verecek şekilde tasarlanmasının yanısıra, ekonomik olması da göz önünde bulundurularak inşa ediliyor.
İkincisi doğal enerji kaynakları kullanması. Enerji üretimi için özellikle güneş ve rüzgardan yararlanılıyor. Rüzgar değirmeni ve pasif güneş enerjisi sistemi temel enerji kaynaklarını oluşturuyor. Evlerde kesinlikle kablo sistemi kullanılmıyor. Böylece olası afetlere karşı da maksimum korunma sağlanmaya çalışılıyor.
Üçüncü prensip, belki de en temel olanı. Bir earthship, ortalama bir insan için, özellikle de özel bir inşaat becerisi olmayan ortalama bir insan için, uygulanabilir sadelikte olmalı.
Eartshiplerin yapımında kullanılan lastikler, dünyanın her yerinde çok rahatlıkla bulunabilecek malzemelerden biri. Örneğin yalnızca Birleşik Devletler’de (yılda) tahmini olarak 2 milyar hurda lastik bulunabiliyormuş. Tam da bu yüzden çok kolay ve ucuza, bu inşaat malzemesini edinmek mümkün.
Uygulamaya gelince.. Lastikleri inşaatlarda kullanabilecek şekilde toprakla doldurmak için iki kişi yeterli. Bunlardan biri kürekle lastiğin içini dolduruyor, diğeri de lastiğin içine atılan toprağı sıkıştırıyor. Bu işlemin inşaatın hemen yanında yapılması gerekiyor ki taşıması kolay olsun. Çünkü bu şekilde doldurulan bir lastiğin ağırlığı 135 kiloyu geçebiliyor. Kalın ve ağır, içi toprak dolu lastiklerin kolay elde edilebilir ve kolay uygulanabilir olmasının yanında başka avantajları da var. Bunlardan biri, ağır ve esnek oldukları için taşıma kapasitelerinin de yüksek olması. Diğeri ise eartshiplerin ısınmak için kullandığı termal kütle prensibine uygun olarak, evin içini iklimlendirmede kolaylık sağlaması.
Bu ağır ve sıradışı inşaat malzemesi, yangına karşı da önemli bir koruma. Örneğin New Mexico’da pek çok eve zarar veren büyük bir yangın sonrası, bir earthship’in diğer evlere nazaran çok daha az hasar gördüğü tespit edilmiş.
Earthshiplerin yapımında genel olarak toprak dolu lastik kullanılsa da, tek inşa malzemesinin bu olması gerekmiyor. Aynı şekilde termal kütlesi yoğun olan; beton, kerpiç ve taş gibi başka inşaat malzemeleri de kullanılabiliyor. Yine de ağırlık lastikten yana..
Taşıyıcı duvarlarda kullanılan bu malzemelerin yanısıra; taşıyıcı olmayan duvarlar, beton arasına yedirilmiş camlar veya teneke kutularla petekler halinde örülüyor. Ve sonrasında ince bir stuko sıvayla kaplanıyor. Bu tasarımlar bana kalırsa earthshiplerin görsel olarak en avantajlı oldukları nokta. Çöplerle yapılmış bir vitray fikri şahane.











Earthshiplerde, güneşten yalnızca enerji elde etmek için değil, doğal gün ışığı ve iklimlendirmeye yardımcı olması için de yararlanılıyor. Bu yüzden earthshipler kuzey yarımkürede güneye, güney yarımkürede ise kuzeye bakacak şekilde inşa ediliyor. Aynı şekilde güneşten maksimum yararlanabilmek için “u” biçiminde inşa edilmeleri de yaygın bir prensip.
Kendi kendine yetecek şekilde tasarlanan bu evlerde, ısınma ve elektrik için doğal kaynaklardan faydalanılsa da, ihtiyaçlar bununla sınırlı değil elbette. Bir evin kendi kendine yetebilmesi için su ihtiyacını nasıl giderdiği de çok önemli. Mike Reynolds, bu sorunu da sık sık ele almış ve tasarıma başladığı 70’lerden bugüne kadar büyük ilerleme elde etmiş. Örneğin ilk earthshiplerde su ihtiyacı olmaması için kompost tuvalet kullanılırken, bugün geliştirilen arıtma yöntemleri sayesinde su kullanılan tuvaletler de yapılabiliyor.
Suyun kaynağı; yağmur, kar ve yoğunlaşma. Bu şekilde elde edilen sular, özel bir takım kanallar aracılığı ile bir sarnıçta toplanıyor. Kurulan sistem, üç tür su ortaya çıkarıyor. Yeme-içme gibi ihtiyaçlar için temiz su, gri su ve siyah su. Sarnıçta biriktirilip tüm bakterilerden arındırılan su yiyecek içecekler için kullanılıyor. 


Gri su, temizlik için kullanılan su. Bu su, belirli ayrıştırma ve temizleme işlemlerinden geçerek zararsız hale getiriliyor ve bitkiler için kullanılıyor. Burada kullanılan su da yine ayrı bir sistemden geçerek, tuvalatlerde kullanılır hale geliyor ve siyah su’ya dönüşüyor. Siyah su, bundan sonra earthship içinde değil, “incubator” adı verilen bir tür foseptik kanalında toplanıyor.



Havalandırma için de kendi doğal havalandırma sistemini kullanıyor. Bu sisteme göre soğuk hava, özellikle bu amaçla yapılmış olan ön camdan girer ve ısınan hava da yükselerek earthship üzerinde yapılmış olan tepe deliklerin birinden çıkar. Bu sabit sirkülasyon doğal havalandırmayı sağlıyor.


Her ihtiyacını kendi içinde çözebilir bir sistemi başta kurarak, hayatını bu kadar doğaya zararsız bir evde geçirmek şahane olsa gerek. Belki tüm bu enerji üretme, depolama, su arıtma vs. gibi işler için kullanılacak temel sistemleri kurmak tek başımıza mümkün olamayabilir. Ama bir kere bu sistemi oturttuktan sonra tamamen doğaya zararsız bir hayat sürdürmek fikri çok cazip. Üstelik arkasında ciddi teknik sistemler yatsa da, tasarım kısmı sizin zevkinize kalmış. İnternette bulduğum pek çok earthship resmi var ve hemen hepsi görsel olarak birbirinden farklı. Tekniğin bittiği yerde yaratıcılık ve kişisel zevk başlıyor.



Pek çok sitede, burada yazılanlardan çok daha fazla teknik açıklama bulmak mümkün. Eartshiplerin resmi web sitesi bu konuda inanılmaz ayrıntılı bir kaynak. Bunun yanında Mike Reynolds'ın kendi yazdığı kitaplardan da ayrıntılı bilgi edinebilmek mümkün. 

18 Şubat 2011 Cuma

cob evlerle yaratıcılık elinizde!





Cob evler, ana malzemesi toprak olan, tamamı insan eliyle yapılmış organik yapılar. Temel olarak elenmiş toprak (kil), kum ve saman karışımına su ekleyerek hazırlanan malzeme, eller ve ayaklar kullanılarak karıştırılıp harç haline getiriliyor. Ev inşasında alışılagelmiş şeylerin hemen hiçbiri bu evlerin yapımında kullanılmıyor: belirli bir kalıp, çakma, çimento, tuğla vs.
Hazırlanan karışım ve yapı tekniği, kendi biçiminizi kendi ellerinizle yaratma olanağı sunuyor. Bu yüzden cob evlerde genel olarak dalgalı biçimler, eğimli yüzeyler, girinti çıkıntılar ve elle biçimlendirilmiş nişler bulunuyor.

Tamamen elle biçimlendirilmesi yüzünden heykel çalışmasına benzetilen bir üretim süreci var. Harç karılıp ev yapılmaya başlandıktan sonra her şey sizin ellerinize kalmış. Ve hayal gücünüze tabii..


Evlerin yapım süresi elbette evin özelliğine göre değişebiliyor ama diğer yandan hava koşulları da etkili. Bir evi, kuru bir günde yaklaşık olarak 30 cm. Yükseltmek mümkünmüş. Fakat cob ev topluluklarının sitelerinde, evlerinizi koştura koştura yapmayın ki tadını çıkarabilesiniz diyor. Bu da pek es geçilecek gibi değil.
Ortalama 60 cm. kalınlığında duvar ölçüsü pek çok iklim için ideal. Bu şekilde, yazın serin kışın ise sıcak bir hava elde etmeyi sağladığı için dünyanın pek çok yerinde soğuk ya da sıcak iklimde tercih ediliyor. Ekonomik olması da kullanıcılarına büyük avantaj sağlıyor elbette. Üstelik zannedilenin aksine oldukça dayanıklı.
Cob evlerin dayanıklılığın altında toprak harcın gözenekli yapısı yatıyor. Bu sayede uzun süreli yağmurlara zayıflık göstermeden dayanabiliyor. Yine de uzun süre buna maruz kaldığında sıkıntı yaşamamak için “bot ve şapka” denilen bir prensip izleniyor. Yani tahmin edileceği gibi, geniş bir çatıyla duvarlar korunuyor ve sağlam bir de temele ihtiyacı var. Rüzgar aşındırmasına karşı da ince bir stuko sıva ya da badana en sık kullanılan yöntemlerden.






Tarihine gelince..
Toprağın prehistorik dönemden beri kullanılagelen en eski yapı malzemesi olduğu biliniyor. Cob evlerin ana malzemesini oluşturan harcın, 11. Ve 12. yüzyıllarda magrip ve endülüs’te kullanıldığı ibni haldun’un 14. yüzyıldaki yazılarında ayrıntılı olarak anlatılmış.
12. yüzyılda ise avrupa’ya yayılmış. Kimi kerpiç gibi güneşte toprak tuğlalar kurutarak, kimi başka şekillerde ama temel olarak aynı malzemeler kullanılarak yapılan toprak evler, zannedilenin aksine oldukça dayanıklı. Avrupa’da bazıları 16.-17. yüzyıllardan kalma toprak evler bugün hala ayakta. Özellikle de ingiltere’de yaklaşık 50 bin kadar cob ev bugün hala kullanılabilir durumda ve bunların çok büyük yüzdesi 18. Ve 19. yüzyıllarda inşa edilmiş.
“cob” kelimesi de zaten eski ingilizce’den; “yuvarlak kitle” ya da “topak” kelimelerinden geliyor.
İngiltere’de geleneksek olarak kullanılan harç için, elenmiş topraktan elde edilmiş kil, saman ve su harmanlanıyormuş ve sonra öküzlere çiğnetilerek homojen bir şekilde karışması sağlanıyormuş. Karışımla duvarlar şekillendirildikten sonra toprağın kuruması bekleniyor ve sonra pencere kapı gibi açıklıklar duvarlarda açılıp lentolarla destekleniyormuş.
Fakat pişmiş tuğla üretiminin yükselmesi, son yüzyılda avrupa’daki cob ev ‘sanatını’ ya da ‘zanaatını’ öldürmüş durumda.
Elbette bunların dışında Afrika’da, Ortadoğu’da, Hindistan’da, Afganistan’da, Güney Amerika’da, Asya’da, Avrupa’da yaygın olarak kullanılmış bir yapı biçimi toprak ev. İngiltere’ye benzer şekilde yeni zelanda’da da 19. yüzyıldan kalma cob evler bulunuyor.
Bana kalırsa cob evlerin en düşündürücü yanı deprem dayanıklılığı. Fakat kerpiç gibi bloklar halinde ve düz duvarlara sahip toprak evlere nazaran sarsıntıya daha iyi mukavemet gösterdiği söyleniyor. Bunda hem malzemesinde bulunan samanın, hem de tuğla gibi parçalar halinde değil, bir bütün olarak inşa edilmesinin önemli payı varmış. Örneğin latin amerika’daki cob evler, hemen yanlarındaki betonarme binalar ciddi hasar görmesine rağmen depremlerden sağlam çıkmayı başarmış.
Cob evler, yangın gibi etkenlere karşı da oldukça dayanıklı. Aynı malzemeyle fırın, ya da baca da yapabilmek mümkün.

Benim için cob evleri cazip kılan en önemli şey, hiçbir yapay katkı olmaksızın, tamamen organik olması. Bu eski teknik ne ormansızlaşmaya ne de çevre kirliliğine neden oluyor. Bilindiği gibi toprak, toksik maddeler üretmediği gibi tamamen geri dönüşebilir bir malzeme. Ömrünü tamamladığında ise yine başlangıç noktasına dönecek kadar saf ve temiz. Topraktan geliyor, toprak oluyor..
İkinci olarak ise elle şekillendiriliyor olması, ya da böyle bir zorunluluğu beraberinde getiriyor olması. Bu yüzden her bir cob ev benzersiz, kendine özgü. Üzerlerinde parmak izleri var ve düz olmaktan çok uzak. Gerçekten hepsi eşsiz bir sanat eseri gibi.. Bir tür büyük çaplı seramik çalışması gibi..
İnternette cob evlerle ilgili bilgi edinilebilecek pek çok grup var. Cob ev meraklıları kendi aralarında sürekli haberleşiyor, etkinlikler düzenliyor. Bu konuda pek çok workshop da bulmam mümkün.
Fakat çok daha ayrıntılı teorik bilgiler edinmek istenirse bu konuda yazılmış çok sayıda kitap var.
Şu linkten bu kitaplara ulaşmak mümkün.

Aynı şekilde daha ayrıntılı bilgiler, linkler ve fotoğrafla için şu site ziyaret edilebilir.
Yapım aşamalarını görebileceğiniz iyi bir video için de şuraya tıklamak yeterli.



16 Şubat 2011 Çarşamba

Simon Dale Evi





Resimlerde görülen bu hobbit evi görünümlü yapı, Galler’de Simon Dale ve ailesinin kendi elleriyle inşa ettiği evleri. Daha sıcak bir deyimle, “yuvaları.” Tamamen kendi elleriyle inşaya başlamalarından tam dört ay sonra aile, bu masal evinde yaşamaya başlamış.
Bana kalırsa evin en büyük özelliği yalnızca doğaya saygılı inşa edilmiş olması değil, aynı zamanda onunla bütünleşmeyi başarabilmiş olması. Büyük şehir, kasaba ya da köy.. İçinde yaşadığımız yer artık her neresi olursa olsun kutularda yaşıyoruz. Dörtgen kutular.. Oysa doğa dümdüz olmaktan çok uzak. Simon Dale Evi’nin bu kadar doğayla bütünleşmiş olmasının arkasında da düz çizgilerden kaçış yatıyor.
Sitelerine ekledikleri bir röportajda Simon’un eşi Jasmine, yola çıkış maceralarını kısaca şöyle özetlemiş: “Çocuk sahibi olmak, ev satın almak için çok büyük bir motivasyon. (...) Çocuk büyütmenin sorumluluğu, kredi-ipotek yoluyla ev sahibi olduğunuzda ödeyeceğiniz para ve modern binaların pek çoğunda bulunan toksik materyallerin birleşimi ve alın size bir dehşet tarifi!”
Tam da bu dehşetli yaşamdan kaçış için Simon, eşi, henüz yürümeye başlamış bir çocukları ve ufak bebekleriyle birlikte işe girişmişler.
Tabii fotoğraflara bakınca, evin yapımı için karar vermenin ve uygulamanın çok kolay olduğunu düşünebiliyor insan. Oysa Jasmine, röportajda bu aşamaya çok da kolay gelmediklerini anlatmış.
Her şeyden önce vaktinin tamamını çocuklara ayıran bir anne ve vaktinin yalnızca yarısını para kazanmak için ayıran bir baba olarak düşük bir gelirle bulmuşlar kendilerini. Dolayısıyla önce banka kredisi kullanarak ev edinmenin imkansızlığıyla yüzleşmek zorunda kalmışlar. Böylece bir yan yol olarak kendi evlerini yapmaya karar vermişler. Her birinin elleri ayakları çamura, samana, toza toprağa bulanarak yuvalarını inşa etmişler.
Simon Dale, evin planları ve yapım aşamaları tek tek sitesinde okuyucularla paylaşmış. Bu şahane masal evini yapabilmek için hangi aşamalardan geçtiğini tek tek görebilmek oldukça heveslendirici.
Her bir ayrıntısı elle biçimlendirilmiş bu evi inşa ederken neredeyse tamamı doğal malzemeler ve doğal formlar kullanmışlar. Bu doğal görünümü desteklemek için evi bir tepeciğin içine oturtmuşlar. Evin yerini kazdıklarında çıkan malzemeyi ise, temelde ve istinat duvarlardında değerlendirmişler.
Simon Dale Evi’nin temel iskeletini meşe dalları oluşturuyor. Malzemeyi ise çevrelerini kuşatan ormandan edinmişler. Özellikle de tavanlarını oluşturan, örümcek ağına benzer iskelet büyüleyici. Doğal bir ışık elde edebilmek için çatının ortasını açık bırakmışlar. Böylece pencerelerin yanısıra çatıdan da gün ışığı elde edebiliyorlar.
Çatıda ise bir miktar plastik levha, toprak ve saman balyaları kullanılmış. Kullandıkları çatı sisteminin hem estetik hem de strüktürel açıdan çok kullanışlı olduğunu belirten Simon Dale, sitesinde bu sonucu nasıl elde ettiklerini de anlatmış. Ayrıca çatıda biriken yağmur suları da bir yerde toplanarak bahçe işlerinde değerlendiriliyor.
Evi inşa ederken duvarlarda ve iç bölümlemelerde kullanılan ana malzeme yine saman balyaları. Artık eko-evlerin hemen hepsinde temel malzemeyi oluşturan saman; hem iyi bir yalıtım sağlıyor, hem hafif ve ucuz, hem de nefes alabilen bir malzeme olduğu için oldukça sağlıklı. Bu ev için büyük bir kamyon dolusu, 8 ton kadar saman balyası kullanılmış.
Saman aynı zamanda evin kısa zamanda tamamlanmasını da sağlaması açısından oldukça pratik bir malzeme. Saman balyaları üzerinde kullanılan kireç karışımlı plasterin de çimentoya gore hem daha fazla enerji tasarrufu sağlaması hem de nefes alabilirliğinin daha fazla olması önemli.
Yalnızca evin inşası aşamasında kullanılan malzemelerin doğal olması o evi başlı başına eko-ev yapmıyor tabii. İçinde yaşanan hayatı da buna göre kurmuş ev sahipleri. Elektronik aletleri (ki yalnızca müzik, bilgisayar ve aydınlatma olarak belirtmiş Simon Dale) çalıştırmak için güneş panelleri, yiyecekleri soğutmak için hava, ısınma için odun, su için doğal kaynak kullanıyorlar. Bunun yanında kompost tuvalet kullanmayı tercih etmişler.
Simon Dale “Neden böyle bir şey yaptık” sorusuna şöyle cevap vermiş: “Çünkü eğlenceli. Kendi hayatınızı, kendi istediğiniz biçimde yaşamak tatmin edici.”


Sitede, bir parçası olacağınız o mekanı kendi elinizle yapmanın ne kadar eğlenceli olduğu sık sık belirtilmiş. Ortaya çıkan sonucu gördükten sonra bunu tahmin etmek hiç de zor değil aslında. Sizi kutu kutu binalardan ve odalardan özgürleştiren, duvarında, tavanında parmak izleriniz olan bir yeri yapabilmek ve oranın içinde yaşayabilme lüksü.

Sık sık ziyaret ettiğim sitede gördüğüm fotoğraflar da bu lüksün yaşatacağı mutluluğun birer yansıması. Ancak bu kadar doğayla uyumlu ve ancak her yanı insan eliyle –özellikle de içinde yaşayacak insanların elleriyle– şekillenmiş bir evde bu kadar mutlu ve sağlıklı insanlar yaşayabilir.

Simon’un da dediği gibi: “Düşlerimizi takip etmek ruhumuzu canlı tutar”

Daha ayrıntılı bilgi edinmek ve fotoğraflar için:

http://www.simondale.net