29 Nisan 2011 Cuma

dört duvar mimarisine bir karşı duruş: vetsch evleri


Düz çizgilerden- köşelerden arınmış, organik formlu yapılar her zaman doğaya ve insana daha uyumlu bana kalırsa. Çünkü gerçekten doğada düz hatlar görmek imkansız; her şeyin kendine özgü, bir diğerinde yinelenmeyen ve düz çizgilerden uzak bir biçimi var.
Tam da bunu özetleyen bir mimar var: İsviçreli Peter Vetsch. Vetsch konutlar ve konut kümeleri inşa ediyor, ama pek de alışık olduklarımız gibi değil. “Earth house” adını verdiği bu evlere, biz Türkçe’de ne demeliyiz çok emin olamıyorum doğrusu. Bana kalırsa ‘toprak ev’, ‘yeraltı evi’ gibi tanımlar yeterli değil, belki yalnızca ‘Vetsch evleri’ demek daha doğru olacak.
Vetsch’in evleri bulunduğu coğrafyayla özdeşleşmiş ve onun doğrudan bir parçası olmayı başarmış evler. Çimen çatıları, eğimli yüzey ve formları ile de –tanıdık bir yorum olarak- hobbit evlerine benziyorlar. Evleri daha çok ‘yeraltı evi’ olarak tanımlansa da, Vetsch’in toprak evlerinin prensibi, toprağın altında ya da içinde yaşamaya değil, ‘toprakla birlikte’ yaşamaya dayanıyor. Vetsch, doğadaki felaketler üzerine kafa yorarken bulmuş kendisine has evleri. Çünkü ona göre sorun toprağın üzerine kutular koymamızdan kaynaklanıyor. Oysa yapıyı, yerin üzerine koymak yerine; ona uyumlu, ona entegre olmuş olarak inşa edersek sorunun önemli oranda üstesinden gelinebilir. Bu noktadan yola çıkan mimar, amorf biçimlerde tasarladığı evlerini, beton püskürtme yönteminin getirdiği faydalarla biçimlendirmeye ve doğayla bütünleşmiş birer yaşam alanı olarak tasarlamaya başlamış.
Bu evlerin insanın ruh sağlığına katkılarının, doğal afetlere karşı koruyuculuğunun yanısıra başka bazı teknik faydaları da var. Vetsch’e göre eğer ev ve toprak zemin birbirinden ayrılırsa, ev “havaya” inşa edilmiş olur, ki bu da ısı ve nem kaybına neden olur ve binanın dış çeperi zamanla ömür kaybeder. Aynı zamanda doğal afetlerden etkilenme riski de artar. Vetsch’in tasarımları, toprak zemini bir tür yalıtıcı battaniye gibi kullanıyor. Evi, yağmurdan, soğuktan, rüzgar ve doğal aşınmalardan koruyan etkili bir battaniye.. Vetsch’in evleri mutlaka toprağın (zeminin) altına yerleştirilmek zorunda değil. Doğal bir yükselti üzerine de inşa edilip, üzerlerinde gezinti yapılabilir çimen çatılarıyla aynı şekilde topografyanın bir parçası haline gelebilir. İnşası ise tamamen kişilerin isteklerine göre belirlenebilecek bir esnekliğe sahip. Kendi sitesinde Vetsch’in evleri bir tür ‘içinde yaşanabilir heykel’e benzetiliyor. Bu tanım çok doğru, çünkü her biri benzeri olmayan form ve özelliklere sahip bir tasarım ürünü.
Vetsch’in mimarisi, kendi sitesindeki tanıma göre “çevresel bilincin, ekolojik ve progresif mimariyle yorumlanmasına” dayanıyor. Tasarımları, doğaya yakınlığı ile geleneksel “dört duvar mimarisine” ve onların köşelerine karşı bir duruş.
Peter Vetsch’in evleri, çevresini de bir avantaj olarak kullanmayı amaçlıyor. Çevre, eve adapte edilmiyor, aksine evi doğal çevresine tamamen uygun olarak inşa ediliyor. Dışarıdan bakıldığında oldukça doğayla bütünleşik ve aynı nedenden ötürü bir anlamda ‘ilkel’ zannedilse de; evlerin içi –tamamen kullanıcının isteklerine bağlı olarak- mutfağı, banyosu ve ev kontrol sistemleriyle tamamen modern olarak tasarlanıyor. Her biri, tamamen kullanıcının isteklerine bağlı olarak tasarlandığı için de tamamen ‘kişisel birer obje’ olarak değerlendiriliyor.
Vetsch’in ‘yaşanabilen heykelleri’, metal bir iskelet üzerine kurulu aslında. Çok basitçe tarif edilecek olursa, taşıyıcı metal iskelet üzerine, evlerin alameti farikası olan eğimli yüzeyleri oluşturmak için (elbette tasarıma bağlı kalarak) amorf bir metal ağ kuruluyor. Daha sonra üzerine beton püskürtülerek yapı ortaya çıkarılıyor. Beton püskürtme aşamasını, yalıtım aşaması takip ediyor.
Yalıtım için 20 cm. kalınlığında poliüretan bir köpük tabaka kullanılıyor. Köpük tabakanın üzeri keçe bir tabaka ile kaplandıktan sonra, 80 cm. ile 3. m. arasında değişebilecek kalın bir toprak tabakası kaplanıyor. Böylece toprağın içine gömülü izlenimi veren hobbit evleri çıkıyor ortaya. İç kısımda ise yine metal bir iskelet üzerine beton püskürtülerek aşama aşama biçimlendirilen bir perdah sistemi kullanılıyor. Son olarak da evler, kireç beyazına boyanıyor.Vetsch evleri, bütün bir kemer gibi tasarlandığından, yüksek etkili bir izolasyona sahipler. Isının azaldığı koşullarda, enerji koruması %50’lere kadar varıyor. Aynı şekilde yazın da evler, kendi doğal yapıları gereği serin kalıyor. Yalıtımı kötü olan evlerin iklimsel değişikliklerde önemli rol oynadığını düşünürsek, bu evler yüksek oranda çevre dostu. Hiçbirinde klima gibi bir ihtiyaç yok.
Aynı zamanda evlerin spesifik yapısı, evin içini alerjenlerden ve zararlı maddelerden koruyor, sızdırmazlık özelliği ile yapının nemden zarar görmesini engelliyor. Aynı nedenlerle yangına karşı da oldukça korunaklılar. İzolasyon sistemi sayesinde dışarıdaki sesler de önemli oranda süzülüyor.
Evlerin çatılarına gelince, bunlar birer çimen çatı olmakla kalmıyor, insan ya da hayvan, evin her bireyi için; aynı zamanda birer bahçe, birer yürüyüş ya da oyun alanı, ya da aktif olarak kullanabileceğiniz herhangi bir toprak parçası olarak evin kullanım alanlarına dahil ediliyor. Böylece, -kendi deyimiyle- doğadan aldığın doğaya iade etmiş oluyor bir anlamda.
Vetsch’in tasarımlarıyla (ya da sizin tasarımınız ve Vetsch’in tekniğiyle)  tamamen kendinize özel sahibi olmanız mümkün. Vetsch'e göre bu evler, doğaya bu kadar uyumlu oldukları için insana da uyumlular ve onları içinde yaşayanın "üçüncü ten"i (third skin) olarak değerlendiriyor. Gerçekten de bu evler, sanki kuşun ağaçta yaptığı, köstebeğin toprakta kazdığı yuva kadar sıcak, doğal ve benzersiz..
Aşağıdaki videoda Peter Vetsch'in kısa ama oldukça aydınlatıcı açıklamalarını ve evlerinin ayrıntılı görünümlerini izleyebilirsiniz:



7 Nisan 2011 Perşembe

Düşey Bahçeler ve Patrick Blanc


“Bitkilerin gerçekten de toprağa ihtiyacı var mıdır? Hayır, yoktur. (...) Asıl gerekli olan şey su ve içinde çözünen çok sayıda mineraldir. Işık ve karbondioksit sayesinde de fotosentez yaparlar.” diyor Patrick Blanc.
Patrick Blanc, düşey bahçe tasarımcısı ve bu fikrin mucidi. İlk düşey bahçesini 1988’de Paris’deki Bilim ve Endüstri Merkezi’nde uygulamış. O günden bu yana da çok sayıda yapıda düşey bahçeler tasarlama olanağı bulmuş. Sitesinden öğrendiğim kadarıyla İstanbul Galata’da da bir tasarımı bulunuyor.
Düşey bahçe fikri -sarmaşık gibi kökü zeminde olup da- duvarı saran bitkilere değil, doğrudan duvar üzerinde yetişecek bitkilere dayanıyor. Üstelik kurulması da çok basit. Kolaylığı ve hafifliği sayesinde herhangi bir boyut ve özellikte bir duvara uygulamak mümkün. Fakat bir arada yaşayabilecek ve o iklime uygun koşullarda yetişebilecek bitkileri bilmek gerektiği için Patrick Blanc gibi bir botanist ve tasarımcıya ihtiyaç var gibi görünüyor.
Düşey zeminlerde bitki yetiştirmek kulağa yabancı bir fikir gibi gelse de, aslında doğaya bakınca bunun hiç de sıradışı olmadığını görebiliriz. Çünkü doğada, düşey zeminlerde de bitkiler yetişiyor. Baştaki alıntıda da söylendiği gibi, bitkiler için (ya da her bitki için) toprak, olmazsa olmazlardan biri değil. Bir bitki, ihtiyaç duyduğu kadar suya ulaşabildiği her yerde yetişebiliyor. Kayaların üzerinde, uçurumlarda, ağaç gövdeleri ve kütüklerinin üzerinde.. Üstelik bunu görmek için yağmur ormanlarına gitmeye gerek yok, bu örnekler akla gelebilecek her yerde karşımıza çıkıyor günlük hayatta. Doğa (neyse ki) insanlardan daha inatçı..
Patrick Blanc’ın söylediğine göre, örneğin Malezya’da, bilinen 8000 tür bitkinin dışında, 2500 civarı topraksız yetişen bitki bulunuyormuş. Bu, hiç de azımsanacak bir miktar değil. Blanc bu sayıyı verirken, yalnızca Malezya’da değil, dünyanın ılıman bölgelerinde bile bu tür çok sayıda bitki bulunduğunu; sarp alanlarda pek çok Berberis, Spirea ve Cotoneaster türü yetiştiğini de belirtmiş.
Fakat bitkiler doğrudan duvar üzerinde yetiştiğinde, kökler, duvarın içine doğru uzamaya başlıyor ve zamanla duvara zarar veriyor. Patrick Blanc’ın kurduğu sistemde, kökler duvarın içinde değil, yüzeyinde gelişiyor. Toprak gerekmeden kurulabilecek bu bitki destekleme sistemi, her duvara istenen boyutta uygulanabiliyor.
“Bahçe” sözü geçtiği için yalnızca dışarıda kurulabileceği gibi bir izlenim verse de, iç mekanlarda da düşey bahçeler kurabilmek mümkün. Tek fark, iç mekanlarda yapay aydınlatmaya gereksinim duyulması. Ama kurulacak bir aydınlatma sistemiyle, hiç gün ışığı görmeyen kapalı mekanlarda bile dikey bahçeler kurulabiliyor. Bu şekilde yeraltındaki bir otoparkı bile bahçeye çevirebilmek mümkün.
Düşey bahçelerde bitki türleri, öncelikle egemen iklim koşullarına göre belirleniyor. Daha sonra bir arada yaşayabilecek bitki türleri belirlenip bir tasarım yapılıyor. Bitkilerin üzerine ekildiği sistemin, üç ana bölümü var: metal çerçeve, PVC tabaka ve keçe tabaka. Metal çerçeve duvara asılabiliyor ya da zemine sabitlenebiliyor. Bu tabaka, etkili bir ısı ve ses izolasyon sistemi gibi görev yapacak bir hava tabakası oluşmasına yardımcı oluyor.
1 cm. kalınlığında PVC tabaka ise bu metal çerçeveye sabitleniyor. Bu tabaka da sistemi su geçirmez kılmaya ve sistemin sert ve dayanıklı olmasına yarıyor.
Polyamidden yapılan keçe tabaka ise, PVC tabakanın üzerine sabitleniyor. Bu keçe tabaka çürümeye dayanıklıdır ve asıl olarak suyun homojen bir şekilde dağılıp bitkilerin beslemesine yarar. Kökler bu keçe taba üzerinde büyür. Bitkiler bu tabaka üzerine tohum ya da fide olarak dikilebiliyor. Ortalama bitki sıklığı ise her metrekareye 30 bitki yerleştirecek şekilde ayarlanıyor.
Sulama, musluk suyunun besinlerle desteklenmesiyle zenginleştirilerek en tepeden sağlanıyor.
Bir düşey bahçenin toplam ağırlığı metal çerçeve ve bitkilerle birlikte, her metrekareye 30 kg.’dan az. Böylece boyut ve ağırlık sınırı olmadan herhangi bir duvara uygulanabilme imkanı var.
Dikey bahçelerle şehirdeki beton yığınlarını bir doğa parçasına dönüştürerek şahane bir görünüm yaratmanın mümkün olduğu açık. Fakat bir düşey bahçe sadece görsel faydalar sağlamıyor,  öncelikle hem yazın hem kışın enerji tüketimini düşürmekte etkili bir sistem.
Bitkilerin yapraklarına ek olarak, kökler ve tüm mikroorganizmalarıyla geniş bir hava temizleme yüzeyi görevi görür ve doğal bir hava temizliği yaratıyor.  Sistemin temel parçalarından biri olan keçe tabaka, hava kirlliğine neden olan partikülleri alarak, yavaş yavaş ayrıştırıyorr ve sonunda bitki gübresine dönüşmesini sağlıyor.
Bakımına gelince.. Patrick Blanc, düşey bahçeleri düzenli bir bahçe gibi düşünmemez gerektiğini söylüyor. Yılda maksimum dört kez bakım yapılması yeterli oluyormuş.
Günümüzde (ister trend takibi gerekçesiyle ister samimi olsun) yükselen bir eko-mimari yaklaşımı olduğu bir gerçek. Peki, pek çok konuda doğayı taklit eder ve modern yaşantımıza uydurur olduysak, neden düşey bahçelerimiz de olmasın? Neden beton duvarlarımız yemyeşil bahçelere dönüşmesin?
Belki evlerimiz için bu sistemi kurmak maliyetli olabilir. Ama bir gökdelen dikmek ve onu geceleri pırıl pırıl aydınlatabilmek, dışını camlarla kaplayıp sürekli temizletmek zorunda kalmak eminim ondan daha az maliyetli değildir. O yüzden özellikle şirket binalarının, kamusal yapı ve alanların düşey bahçelerle donatılması çok iyi bir fikir.
Daha ayrıntılı Patrick Blanc'ın sitesi ziyaret edilebilir. 

1 Nisan 2011 Cuma

şişe duvar



Şişelerden duvar örme fikri antik çağlara kadar dayanıyor. Antik Roma devrinde boş amforaların inşaatta kullanıldığı biliniyor. Bu, estetik nedenlerden çok, yapıların üst kısımlarının daha hafif olması için tercih edilen bir sistem olmuş. Bu amforalar sayesinde yapıların üst kısımlarında beton kullanımı azaltılabilmiş. Maxentius Sirki bu şekilde inşa edilmiş yapılardan biri.
İlk “şişe ev”in ise 1902’de William F. Peck tarafından Nevada’da yapıldığı düşünülüyor. Evin yapımında, 10 bin adet -bir zamanların amerikasının alkol oranı çok yüksek- ünlü birası Jhostetter's Stomach Bitters şişesi kullanılmış. Uzun yıllar ayakta kalan ev, 1980’lerde yıkılmış. 
1905 civarında yine Nevada’da 51 bin bira şişesi kullanılarak bir kerpiç ev inşa edilmiş. 1925’te Paramount Pictures’ın şişe evi keşfetmesiyle restore edilerek film için kullanılmış. Nevada'da yapılmış bu iki ev de bugün daha çok estetik yanları öne çıkarılarak inşa edilen şişe duvarlar ya da evlerden çok farklı, evlerin neredeyse tamamı şişelerle donatılarak yapılmış. 
Bu öncü girişimlerden sonra şişe ev yapımı ya da yapılarda şişe kullanımı artarak sürmüş. Bugün daha çok earthship'lerde kullanılan şişe duvarlar, evin dış duvarlarında yapılabileceği gibi, iç mekanlarda-oda duvarlarında da uygulanabiliyor. 
Şişe duvarlar; kerpiç, kum, çimento, stuko, kil, plaster ya da başka herhangi bir sabitleyici harçla cam kavanoz ya da şişeleri duvara sabitleyerek yapılıyor. Özellikle kendi evinizi ellerinizle yapma şansına sahipseniz, bu çok ucuz ve kolay yöntemle kendi özel vitrayınızı duvarınıza yapabilme şansına da sahipsiniz demektir. Yapılan örnekler, şişelerin ne kadar renkli olursa o kadar güzel olacağını söylese de bu, elbette kişiden kişiye değişebilir. Sadece reçel kavanozlarıyla bile şahane duvarlar yaratabilmek mümkün. Hatta kimileri kolay ulaşılabilirliği nedeniyle teneke kutuları da tercih edebiliyor.
Kawakawa Toilet / Yeni Zelanda
Hundertwasser



Eğer şişeler bağımsız bir duvara yerleştirilmek isteniyorsa, duvarın dayanıklılığını artırmak için toprağın kazılıp bir temel oluşturulması gerekiyor. Temel için kazılan hendeğe genellikle ufak çakıllarla oluşturulmuş bir moloz yığını, üzerine de çimento ekleniyor. Dayanıklılığı artımak için temelde inşaat demiri de kullanılabilir. 
Şişeler oldukları gibi de kullanılabiliyorlar ama daha yaygın ve kullanışlı olan; aynı boyuttaki şişeleri ortadan kesip birbirine bitiştirerek elde edilecek olan “şişe tuğlalar” yapmak.. bu şekilde cam efekti yaratmak da mümkün.



Cob, kerpiç gibi kum-kil ve saman karışımından yapılan inşaat harçları, aynı zamanda şişeleri duvara sabitleyecek harç olarak da kullanılabiliyor. Eğer çimento kullanacaksanız –ki genellikle toprak-kil temelli harçlar yaygın- şişeyi yerleştirmeden önce yerleştireceğiniz yere yapışabilmesini garantilemek için biraz ıslatmanız gerekiyor. Toprak bir harçta ise yapmanız gereken tek şey bir avuç toprağı avuçlamanız.. tabii bu süreçte elleriniz oldukça toprağa bulanacak..
Ilk olarak kalın bir tabaka toprak taban oluşturmanız gerekiyor. Yalnız duvarın zeminini hazırlarken şişelerin kalınlığının da göz önünde bulundurulması gerek ki, şişeler duvarın içinde dar kalmasın. Eğer oldukça kalın bir duvar istiyorsanız mutlaka iki şişe uç uca eklenmesi gerekiyor. Ama ince bir duvar yeterliyse, renkli şişeleri dikey olarak da yerleştirmeniz mümkün.
Şişeyi duvara yerleştirme aşamasından sonra şişenin etrafını kalın bir harç tabakasıyla sıvamak şişe duvar için yapılacak tek şey. Genellikle yeni bir şişe yerleştirecek alan için iki parmak kalınlığında harç tabakası yeterli oluyor.
Daha güçlü bir yalıtıma ihtiyaç duyuluyorsa, şişelerin içine koyu renkli sıvılar koyulması (örneğin mürekkep) yeterli. Bu şekilde şişeler termal kütle işlevi görecek, güneş ışınlarını gün boyu emip, gece ısı olarak geriye verecektir. Böylece gündüz gece ısı farkı azaltmak mümkün olacaktır.
Şişe duvarlar, bir kere yapmaya başladıktan sonra çok çabuk ilerleyebiliyor. Yalnızca aşamaları çokça ilerletmeden önce biraz kurumasını beklemek gerekiyor. Fakat ortaya çıkacak sonucun yapan kişileri bile hayrete ve hayranlığa düşüreceğini tahmin etmek zor değil. pek çok sitede bu şekilde inşa edilmiş duvar ya da evlerin fotoğraflarına ve yapım aşamalarına ulaşabilmek mümkün. Hepsinin ortak noktası ise şahane görünüyor olmaları..