17 Kasım 2011 Perşembe

SunRay Kelley: Doğadan Ödünç Alınmış Evler

Yukarıda gördüğünüz adam -SunRay Kelley- bir meczup, bir berduş ya da bir evsiz değil. Aksine masal evleri inşa eden bir mimar. Aslında kariyerine Western Washington University'de heykel öğrencisi olarak başlamış ve ilk evini de öğrenciyken orada inşa etmiş. Şimdi daha çok evleriyle tanınsa da heykel ve resim çalışmalarını da sürdürüyor. Doğup büyüdüğü ve bugün de yaşamakta olduğu topraklar, Sunray için olduğu kadar, civarda yaşayan diğer sanatçılar için de esin kaynağı olacak kadar zengin bir doğal kaynağa sahip.




SunRay de, hem kariyerini hem de yaşamını bu kaynaklardan yararlanarak kurmuş. Evlerini tamamen doğal malzemelerden inşa ediyor ve bu, onun için bir "iş"ten ziyade bir yaşam biçimi, bir felsefe. 
Sunray Kelley'in inşa ettiği evler için biraz yabani demek yanlış olmaz, o da bunu inkar etmiyor. Çünkü zaten ilham kaynağı bu; yaban.  Özellikle ağaçların kıvrımlarından ve biçimlerinden çok etkilenmiş. Batı mimarisinin düz formlarını ise -tabii ki- tamamen reddediyor. 




SunRay, doğadan yalnızca malzeme olarak yararlanmıyor, ondan ilham da alıyor. Çünkü ondaki biçimleri ve yaratıcılığı, insanoğlunun hiçbir sanatının yapamadığını savunuyor, "bu yüzden doğadan ödünç alıp onun şekillerini ve formlarını evlerimde kullanıyorum." diyerek anlatıyor mimarisini. 
Pek çoklarının dediği gibi onun mimarisi, yaşayan bir organizma gibi. Kendi söylediğine göre mimariye olan ilgisi çok erken yaşlarda başlamış. O kadar ki, henüz liseye giderken kafası hep mimari projelerle doluymuş ve vaktini de onların "vahşi ve kıvrımlı" çizimlerini yaparak geçiriyormuş. İlk evini yapmaya başlamasını ise şöyle anlatıyor: "Gerçekten büyük bir inşa ustasıyla (builder) tanıştım ve işlerinden çok etkilenmiştim. Ona çizimlerimi gösterdim ve bana dedi ki; 'Evlat, bilirsin, bence gidip bir çekiç alsan iyi olur. Çünkü bu şeyi senden başka kimse inşa edemez.' ben de onun sözünü dinledim, bir çekiç aldım, okulu bıraktım ve ilk evimi inşa ettim."
İlk evini çok seviyor fakat o sırada pek çok yanlışlık yaptığını da söylemeden geçmiyor. En temel sorun ise, güneşten yararlanmayı atlamış olması. Fakat daha sonra nasıl pasif solar ev yapılacağını öğrenmiş. Böylece çok daha az enerji tüketecek evler inşa edebiliyor. Ona göre pasif güneş enerjisi kullanan evler inşa etmek dünyanın en basit işlerinden biri. "Yalnızca güneye pencereleri koyuyorsun; kuzey cephesinin ve çatının izolasyonunu sağlam yapıyorsun" İçeride çalışacak aktif bir sisteme gereksinim duyulmaması yüzünden, en çok tercih ettiği sistem bu. Ona göre her evin güneş odaklı olması gerekiyor. 




Mimaride doğal kaynakları kullanmanın, özellikle de yerel malzemelerden yararlanmanın önemine dikkat çeken  SunRay için bu kaynak orman olduğundan, kariyerinin başlangıcında ahşaptan daha çok yararlanıyormuş. Aslında doğaya "tanrının hırdavat dükkanı" diyor. Onu, bir projeye başladığında "alışverişe gidiyorum" diye mırıldanıp, elinde testereyle ormanda dolaşıp doğru parçayı bulmaya çalışırken görmek hiç de sıradışı değilmiş. Fakat ilk evinden sonra ahşaptan başka malzeme arayışlarına da girmiş. Nasıl daha az ağaç kullanılacağını araştırırken samandan yararlanabileceğini öğrenmiş ve bugün artık toprak ve saman karışımından elde edilen harçla hazırlanan cob evler inşa ediyor. Ahşabı ise daha çok çerçeve, kapı, çatı gibi yerlerde kullanıyor. 




"Dediğim gibi, Cob'u buldum ve dedim ki 'bu hayatım boyunca aradığım malzeme işte! Düşük maliyetli, şekillendirilebilir ve inşa etmeye uygun! Cob bunların hepsini yapabiliyor. Ve onunla elde edebildiğiniz güzelliği, şekli ve formları başka hiçbir malzemeyle elde edemiyorsunuz. Kerpiç tuğlayı da oyarak şekillendirebiliyorsunuz ama cob kadar özgürlük tanımıyor. Çünkü cob'da onları istediğiniz gibi biçimlendirebilirsiniz. Bu, beni en çok cezbeden şey. Kalıplara ihtiyaç yok."




SunRay, Amerika'da pek çok ev inşa etmesinin yanında, sık sık uluslararası gezilere de çıkıp hem modern hem antik yapıları inceliyor ve belki de kendine özgü stilini bu şekilde canlı tutmayı başarıyor. Bitmek bilmeyen enerjisi ve yaratıcılığıyla da bir efsane olmuş. Bir Cob ev mimarı ve öğretmen olan Michael Smith onu "temel güç" olarak tanımlıyor. Onun bu enerjiyi doğadan aldığına ise hiç şüphe yok. En temel güç, en temel kaynak ve insanın ruhuna canlılık veren şey doğa ve toprak ona göre. Bu lafları yalnızca üreten değil, yaşayan biri olarak belki de söylediklerine doğrudan kulak vermemiz gerek:
"Bu sadeleşme ihtiyacı, gerçekten, hayatta ihtiyacım olan şey. Benim keşfettiğim ve ruhumu içimde canlı tutan ve dünyadaki işini yapmasını sağlayan ihtiyaç. Ve işte bu en önemli ders, bir numaralı.. Ne yaparsak yapalım, hangi yolda yürüyorsak yürüyelim, önemli olan o yolda kalbimizle yürüyor olmamız. O yolda içten gelen bir sevgiyle yürüyor olmamız. Bu, bizi birbirimize bağlar çünkü bizler yaşamın ağlarıyız; her birimiz bu ağda birer ipliğiz ve her bir iplik bir diğerine bağlı. Bu yakınlığı, bu bağı anlamak için tek bir bütünün parçaları olarak ayrıldık. Bu yüzden başkalarına ne yapıyorsak aslında bunu kendimize de yaparız. İşte bu yüzden gerçekten en doğal halimize dönmeliyiz."
Ayrıca Aşağıdaki videodan hakkında daha fazla fikir sahibi de olabilirsiniz, yalnız söylemeden geçemeyeceğim, SunRay o kadar doğayla bütünleşmiş ki sanki hırkasından, özellikle de şapkasından az sonra çiçekler bitecek gibi görünmüyor mu?:

SunRay Kelley'in Gypsy Vagon adını verdiği küçük yaşam alanı.

11 Kasım 2011 Cuma

Londra'nın göbeğinde bir yüzen komün



Buraya yazmak için sırada beklettiğim yazılardan bazıları yüzen evlerle ilgili. Bunların kimisi yalnızca tasarımlarıyla, kimisi hem tasarım hem yaşam biçimleriyle öne çıkıyor. Fakat sırada bekleyenlerden biri olmasa da hepsinin önüne geçen, bu yazının konusu CHUG oldu.
CHUG, aslında tamamen başka bir yaşam biçiminin mümkünlüğünü gösteren bir topluluk. Bu bloğun içeriğinin aksine, teknik anlamda hiçbir özel niteliği yok yaşam alanlarının. Ama yaşam biçimleri gerçekten dikkate değer.



CHUG üyeleri (Canals in Hackney Users' Group), Londra'da Hackney kanalında yaşamını sürdüren bir "yüzen komün". Bünyelerinde 14 yüzen ev, bir bisiklet parkı, yüzen bir bahçe ve çeşitli (elbette yüzebilen) hayvanlar barındırıyor.
Topluluğun evleri, aslında bu kanallarda hammadde ve akaryakıt taşımak için üretilmiş botlardan dönüştürülmüş..



1983'te bölge insanları bir araya gelerek Hackney'in kanallarını orada yaşayan herkesin yararına kullanmak için harekete geçmiş. Ana gündemleri de çevre, eğitim ve planlama olmuş. Bu şekilde bir araya gelen topluluğun bugün geldikleri nokta ise gerçekten çok çarpıcı.
Londra'nın ortasında, hep birlikte ürettip paylaştıkları, ihtiyaçlarını kendi bünyelerinde karşılayabilen bir yaşam kurmayı başarmışlar. Hep birlikte tüketmek üzere; ıspanak, marul, soğan, patates, domates, böğürtlen, ahududu, fasulyeden tutun da, baharatlara, hatta enginara kadar pek çok sebze ve meyve üretiyorlar. Ördek besliyorlar..


Yakın zamanda, bu yeşil köşeleriyle -jürilerinden birinin de ünlü botanist David Bellamy olduğu- bir kurul tarafından çevre ödülüne layık görülmüşler. CHUG üyelerinden Tim Storey; "Başta bu işin gereklilikleri hakkında çok fazla fikir sahibi değildik. Ama kısa zamanda havalandırma, direnaj gibi konularda uzman olduk" diyerek geçirdikleri dönüşümü çok güzel özetlemiş..
Topluluğun bünyesinde bir de bisiklet park yeri var, burası da Londra'nın her an yağabilecek havasında bisikletini yağmurdan korumak isteyenlere hizmet veriyor.
Her zaman bir komünün parçası olmak nasıl muhteşem bir şeydir kimbilir diye düşünmüş biri olarak, bu kadar nevi şahsına münhasır bir yüzen komünü yakından görmeyi de çok isterdim. Şimdilik fotoğraflar:

2 Kasım 2011 Çarşamba

kendi karavanın, kendi yatın, kendi ellerin..


Bu blogda yazdıklarım gibi daha pek çok örnekte de gördüğüm hep şu oldu: kendi yaşam alanımızı yapmak için çok basit malzemeler yeterli. Bazen en temel şeylere bile gerek olmadığını bilmek ise çok daha ilham verici. Jay Nelson, "başımızı sokacak" bir yer yapmak için bir toprak parçasına bile ihtiyacımız olmadığını hem çok keyifli hem de en basit yoldan gösteriyor hepimize.
Güney Kaliforniyalı Jay Nelson aslında eğitimini resim üzerine tamamlamış bir sanatçı. Hawaii ve Amerika arasında gidip gelen bir yaşamı var ve ilk inşa ettiği şeyse Hawaii'de çok sevdiği ağaca kondurduğu bir ağaç ev olmuş. 
Tamamen yerel malzemelerden inşa ettiği bu ağaç evin aynısını, daha sonra Amerika'da bir gösteri için hazırlamış ve tamamını, çalışmasını sergilediği galerinin etrafından topladığı atık malzemelerden inşa etmiş. Böylece adım adım, bugün geldiği noktaya ilerlemeye başlamış. Oakland havaalanında ve Mollusk Sörf dükkanında da benzer ağaç evler inşa etmiş. Ve tüm bu çalışmalar sırasında kafasına yerleşen fonksiyonel  alanlar inşa etme ilgisi, Honda marka arabasını bir kamp arabasına dönüştürme fikrini getirmiş aklına. Sonrası peşpeşe gelmiş.. 
Bir scooter motor, bir bot ve bir araba daha..
Bir ressam olarak işe çizimden başlıyor elbette. sonra iskeleti inşa ediyor ve üzerini giydiriyor. Blogda çok sık geçen "işte bu kadar basit" cümlesinin tam karşılığı da bu olsa gerek.
Her şarta dayanabilecek kadar fonksiyonel olup olmadıklarını kestiremesem de, fikrin çok hoşuma gittiğini söylemem gerek. Üstelik oldukça fonksiyonel de görünüyorlar.
İstanbul gibi büyük şehirlerde, bu ne kadar mümkün bilmiyorum ama benim geldiğim yerlerde, yerleşik olan pek çok insanın elinin altında böyle dönüştürüp yeni bir kimlik kazandırabilecekleri malzemeleri olduğunu biliyorum. Kaldı ki, el altında bulunması bile şart değil.. Böyle atıl malzemeleri çok kolay ve ucuza, kimbilir belki de hiç para harcamadan bile elde etmek mümkün.
Bu çalışmalarıyla ilgili çok ayrıntılı bilgiler bulabilmem mümkün olmadıysa da, fotoğraflar çok şey söylüyor. İşte bazıları: