29 Aralık 2012 Cumartesi

100 feet yüksekte bir ağacın üstünde yaşadığınızı düşünebiliyor musunuz?


Geçtiğimiz günlerde, oldukça ilgimi çeken bir yazıya rastladım internette dolaşırken. Yazı şöyle başlıyor: “100 feet yüksekte, bir ağacın üstünde yaşadığınızı düşünebiliyor musunuz?”

Fotoğrafla da birleştiğinde olay çok daha çarpıcı bir boyuta yükseliyor; gerçekten görkemli ağaçların tepesinde yaşayan bir kabile var! Korowai kabilesi, bu akla hayale gelmeyecek hayatı, gündelik olarak yaşıyorlar. Çok şaşırtıcı ve büyüleyici değil mi? Yeni Gine’de yaşayan bu kabile, modern dünyadan izole hayatlarını bu şekilde sürdürüyor.

Elbette bu yaşam biçimi işin fantezisine kaçmak değil, böyle bir ormanda yaşıyorsanız güvende olmak istersiniz ve onlar da bunun zor ama garantili bir yolunu bulmuşlar. Zor, çünkü ellerinde işlerini kolaylaştıracak makineler yok. Ağaçların tepesindeki bu ağaç evleri tamamen kendi elleri ve imkanlarıyla yapıyorlar, zorunluluğun da getirisiyle, oldukça gayretli ve çalışkan bir kabile.. Ormanın zemininde yaşamak için en büyük tehlike ise böcekler..



BBC’nin bir belgeseline de konu olan bu kabile, gayretkeşliği ile mimari açıdan gerçekten kayda değer bir gelişme katetmiş. Böyle bir evi, zeminden 114 feet yukarıda, çok basit aletler ve elleriyle yalnızca iki haftada inşa ediyorlar ve bu süreye, aşağıdan yukarıya kadar uzanan bir merdiven de dahil. Düşününce belki de öyle bir merdiveni elimizle yapmak iki haftamızı alır gibi geliyor şehir insanları olarak. Korowai evlerinin zemin ve duvarlarında ağaç kabuğu, çatısında ise yapraklar kullanılıyor. Yaşam biçimi olarak içinde yaşadıkları coğrafyaya muhteşem şekilde adapte olmuşlar. 
Hani diyoruz ya şimdi, ekoköyler, sürdürülebilir mimari, organik mimari vs. diye.. Bizler gibi, şehir hayatının koşturmacası arasında, unutmuş olduğu gerçekleri yeniden okuyarak hatırlayan, teori geliştiren kalabalık bir kitle karşısında, bunu hiç okumadan, tamamen içinde bulundukları şartlar yüzünden ve geleneksel olarak sürdüren bir topluluk olması sizce de şahane değil mi? Üstelik gerçekten koca koca ağaçların tepesinde yaşamak kadar zor bir yol olmasına rağmen, bu kadar rahatça ve doğal olarak sürdürülebilmesi? Herhalde oturup ağaç tepesinde yaşayan bir kabileyle ilgili bir kitap yazılsa, ütopya kitabı olarak değerlendirilir bir eleştiri köşesinde..
BBC’nin çektiği Human Planet serisinde de konu olmuş bu kabileyi siz de daha yakından tanımak isterseniz videolarını youtube’da bulmak mümkün.. Haydi hayret etmeye..

25 Kasım 2012 Pazar

konteyner misafir evi ya da bahçede bir kaçamak



Yapı güncesi, daha önce de gemi konteynerlerinin kullanıldığı ‘konteyner mimarisi’ni konu edinmişti. Konteynerler; kolay ulaşılabilirlikleri, ucuzlukları, taşınabilirlikleri ve kolayca kurulabilmeleri açısından gerçekten çok pratik. Dolayısıyla mimaride konteyner kullanımının yaygınlaşması, hatta 'konteyner mimarisi' diye anılan bir alan türemesi sürpriz değil.


Bizler burada, çoğunlukla şantiyelerde işçilerin kalması için kullanılan konteynerlere alışık olsak da, çok daha eğlenceli örneklerini bulmak-yapmak mümkün.
Poteet Architects’ten Jim Poteet’in, sanatçı Stacey Hill’in San Antonio’daki evinin bahçesine ‘kurduğu’ sevimli misafir evi, işte bu örneklerden..
Stacey Hill’in özellikle renginden dolayı tercih ettiği lacivert konteynerin (gerçekten de bahçesine bu rengin çok yakıştığını söylemeden geçemeyeceğim.) bahçeye yerleşiminden sonra Poteet eve, sürgü kapılar, pencereler, ısıtma ve havalandırma sistemi, banyo ve bir kompost tuvalet tasarlamış. Eski telefon direkleri üzerine kurulmuş evin önüne, güzel havalar için küçük, sevimli bir veranda eklemeyi de ihmal etmemişler.
İçeride duvarlar ve zemin için bambu kullanmayı tercih etmişler. Banyoda açık bir duş, elektrikli bir kompost tuvalet, kaymaz zeminin yanı sıra, metal levhalarla kaplanmış şahane kırmızı duvarlar tasarlamışlar.



Evin, benim açımdan en hoş yanlarından birisi ise çatıda kurulmuş olan bahçe. Bu yeşil alan, peyzaj mimarı Jon Ahrens tarafından kurulmuş olan damla sulama sistemiyle sulanıyor. Bu bahçe sayesinde, zaten bahçe içinde kurulu bu küçük evcik, her yanından yeşillerle kaplanmış.


Sürgülü, geniş camları ile bahçeyle yakından ilişkilendirilebilmiş misafir evi, hem verandası hem de çatı bahçesiyle, bulunduğu yerin başından beri bir parçası gibi görünüyor. Ev sahibi Stacey, bahçesine kurulan bu evle ilgili şunları söylüyor: “Bizim de andığımız adıyla ‘konteyner’, benim için müthiş bir kaçış yeri. Çünkü ferah, derli toplu bir alan; aydınlık, sessiz ve şahane bir görüş alanı var. Kızlarım da çok seviyor çünkü aslında pratik olarak oyun oynamaya her an hazır boş bir kutu”
Gerçekten de asıl çıkış noktası misafir evi olmasına ragmen, belli ki Stacey’nin ana evinin eğlenceli, sık sık kaçamak yapılan küçük bir parçası olarak kullanılıyor çoğu zaman.


Bana kalırsa ana malzemesi metal olan ve böyle dümdüz, köşeli bir yapının; modern görünümünü kaybetmeden, oldukça sıcak bir havaya sahip olabilmesi zor. Fakat yapılan tasarım, hepsinin üstesinden bir çırpıda gelivermiş gibi görünüyor. Fotoğraflara bakıp da "burada misafir olmak hiç de fena olmazdı" diye düşünmemek elde değil.. 

20 Kasım 2012 Salı

Gitmesek de, görmesek de.. Bir Masal Köyü: Cae Mabon



Cae Mabon, Galler'de bulunan bir masal köyü. Burası, Fachwen isimli bir çevrede, bir meşe ormanının içinde, göller ve dereler arasında yer alıyor. Sadece bu kadarı bile bir masal köyü olarak anılması için yeterli görünüyor gözüme. İsminin kökeni Galceden geliyor ve sanırım Türkçeye 'Kutsal gençlik çayırı' olarak çevrilebilir. İşte bu, görünce insanın aklına masal diyarlarını getiren yapılar kompleksi; besteci, çocuk kitapları yazarı Eric Madern öncülük etmiş.

Eric Maddern 


Dünyanın çeşitli yerlerinden Ekolojik mimariyle ilgilenen sayısız gönüllü ile başlanan işin sonunda eşsiz bir doğal yapılar kompleksi çıkmış. Sitede mimariye katkıda bulunan isimler arasında Tony Wrench ve Ianto Evans bulunuyor.
Bu masal evleri kompleksi, aynı zamanda Amerikan yerlilerinin geleneksel evlerinden tutun da, Kelt kültürünün etkilerine varana kadar pek çok eski geleneği bünyesinde barındırıyor. Hem mimaride hem de bezemelerde bu etkileri gözlemlemek mümkün. Özellikle, çoğumuza tanıdık gelecek Kelt düğümleri pek çok yerde görülebilir.
Buranın kuruluş amacı ise aslında doğayla dost, alternatif bir yaşamı benimseyen insanlar için bir buluşma noktası olması. Bu yüzden Cae Mabon'a dünyanın çok değişik yerlerinden katılımcılar geliyor; buluşmalar, workshoplar düzenleniyor, oyunlar oynanıyor, şarkılar söylenip, danslar ediliyor ve elbette masallar anlatılıyor. Aynı zamanda Kelt milojojisi ile ilgili kamplar ve turlar da yapılan aktiviteler arasında. Tüm bu aktivitelerin yanısıra, kuruluşunun doğal amacı gereği hem çocuklar hem yetişkinler için çevre bilinciyle ilgili toplantılar yapılıyor, doğayla uyumlu mimari seminerleri veriliyor, mini ekofestivaller  düzenleniyor. O kadar ki, burada zamanlarını paylaşmaktan mutlu olan insanlar, çeşitli kutlamalar, hatta evlilik törenleri için de bu mekandan yararlanabiliyor. 
Cae Mabon'un merkezinde, saz çatılı, daire formlu, geleneksel bir Kelt evi bulunuyor. Ortasında ateş yanan, dumanı sazların tepesinden yükselen bu merkez binada, ateşin etrafında toplanıp şarkılar söyleniyor, hikayeler anlatılıyor ve söyleşiler yapılıyor. Köyde, bundan başka yedi tane daha doğayla barışık yapı bulunuyor. Bunlarsa çoğunlukla yatak amaçlı kullanılan evcikler. Utah ve Arizona'da yaşayan Navaho kabilesinin Hogan isimli yapılarından esinlenilerek yapılmış bir saman ev (The Hogan), meşe ve arduvazdan yapılmış bir longhouse, sedir ağacından yapılmış bir ev, bir cob ev, bir sekoya ev, bir hobbit kulübesi ve sedir ağacından bir kabin bulunuyor. Her biri eşsiz ve rahat bu evcikler, 30 kişiye kadar ağırlama olanağı sunuyor. 
Hobbit evi
Her biri kendi özelliklerine sahip bu yapılardan tek tek bahsetmek yazıyı çok uzatacağından, yalnızca kısacık merkez yapıya değinebileceğim. 1991-1994 yılları arasında inşa edilen bu yapı, bu çevrede neredeyse 3000 yıldır kullanılan bir geleneği takip ediyor. Hala daha çevrede bu geleneksel taş yapıların kalıntılarını bulabilmek mümkünmüş. Bu örnekte ise, dairesel taş duvarlar (ki yapımı üç yıl sürmüş), konik bir çatı strüktürü ve sazlardan yapılma bir çatı bulunuyor. Özellikle bu geleneksel saz çatı yönteminde, geleneksel yöntemleri bilen Nick MacSmith'den yardım almışlar. Yukarıda sözü edilen aktivitelerin yapıldığı bu merkez bina, maalesef 2002'de bir mum nedeniyle başlayan yangında yanmış. Geriye yeniden inşa etmekten başka bir yol kalmamış. Pek çok insanın gerek gelip katkıda bulunması, gerek mali destekte bulunması sayesinde iki ay içerisinde yenisinin, eskinin pek çok eksiklerini de giderme şansı buldukları inşası bitmiş. Ve o gün bugündür çeşitli aktivitelere ev sahipliği yapmayı sürdürüyor. Cae Mabon'un resmi web sitesinde diğer yapılarla da ilgili ayrıntılı bilgiler, aktivite programları ve ziyaret koşulları anlatılıyor. Bir meşe ormanının göbeğine saklanmış bu masal köyü fotoğraflarıyla bile insana şahane bir hayatın ipuçlarını veriyor ve kendine çağırıyor. Dilerim, gitmesek de görmesek de uzun yıllar o ateşlerin etrafında masallarını anlatmayı sürdürür..
Merkez Bina


The Hogan
The Hogan

20 Ekim 2012 Cumartesi

Kış mı geliyor ne?



Aslında sırada bekleyen başka yazılar var ne zamandır ilgilenemediğim blog için, çoğu da yarım.. ama sonbahara girdiğimiz şu günlerde feci halde bir yerlere kaçma eğiliminde olan bünyem nedense hep uzak yerleri seçiyor kendine kaçmaya.. üşümeye çoktan başlamış olmasına ragmen, nedense daha da üşüyeceği yerleri hedef seçti kendine üstelik. İnternette dolanırken rastladığım bir fotoğraf ise bu isteklere tavan yaptırınca, bu yazıyı yazmak şart oldu.
Fotoğraftan da anlaşılacağı üzere, bizim eskimo evleri olarak bildiğimiz iglolardan (igloo) söz ediyorum. (Burada Eskimoların kendilerine bu adla hitap edilmesinden hoşlanmadıklarını da not düşmek gerekiyor. Yerel dillerine gore “çiğ et yiyen” anlamına geldiği için eskimo adını hakeret kabul ediyorlar. Bu yüzden resmi olarak “İnuit” ismi kullanılıyor.)
İnuitlerin hepsi iglooda yaşamıyor. Daha çok hayvan derisinden çadırlar ve taş evleri tercih ediyorlar. İgloolar ise bölgenin ölümcül hava şartları için hayat kurtarıcı bir sığınak. Iglooların yapımı bir İnuit oldukça kolay, çok kısa sürede inşa edilebiliyor. Çok kısa süre derken gerçekten kısa bir süreyi kastediyorum: en fazla bir saat! Fakat igloo yapılacak karın rüzgarda iyice sertleşmiş olması gerekiyor. Yapımı kısaca şöyle: Sertleşmiş kardan kesilen bloklar belirli ölçülerde bir daire şeklinde dizilmeye başlanıyor. Duvar örülürken, kar bloklar arasında kalan boşluklar karla sıvanarak yalıtım iyice güçlendiriliyor. Duvarlar örüldükten sonra hava alma delikleri ve kubbenin en üstündeki bloğun yerleştirilmesiyle igloo tamamlanmış oluyor. İgloda hava sıcaklığı +4 derece ile +17 derece arasında değişiyor. Yapılacak en son iş ise içeride ısı yardımıyla iç tabakanın ince bir tabaka halinde eriyip yeniden donmasını sağlamak, böylece iç yüzeyin buzla kaplanmasını sağlamak.. Bu, yapının sağlamlığını artırmak için yapılan bir işlem.
İglonun girişi, genelde tepesi tonoz biçiminde bir tünelden oluşuyor ve bu tonozun, yetişkin bir insanın eğilerek gireceği kadar alçak olması gerekiyor, bu da ayılardan korunmak için tercih edilen bir yöntem. Bir igloo en sağlam haline ise, içeride donmanın devam ettiği, dışarıda da üzerine kar yağıp iyice sağlamlaştığı birkaç gün içinde varıyor.
Beni büyüleyip bu yazıyı yazmaya iten igloo ise Kanada’dan. En üstteki resimden söz ediyorum. Tepede kuzey ışıkları (Aurora ), her yerde kar, ve içeriden dışarıya yumuşacık sızan ışık.. ne kadar soğuk olduğunu tahmin bile edemiyorum ama çok sıcak bir hava vermiyor mu? Bu igloo da, geleneksel yöntemlerle, yani sert kar kütlelerinin testereyle kesilip biçimlendirilmesi ve yine geleneksel yöntemlerle örülmesiyle yapılmış.
Biliyorum, bazen burnumuzun dibindeki yerlere bile gidemiyoruz, nerede kalmış o kadar kuzeye tırmanıp da igloo yapmak. Ama belki bir gün yolumuz Finlandiya’ya düşerse örneğin, elbette kendi elinle barınağını yapmaya benzemez ama, özellikle kuzey ışıklarını gözlemleme amacıyla inşa edilmiş cam igloolarda kalmak mümkün, bir alternatif diye akılların bir köşesinde dursun derim. 


Urho Kekkonen Ulusal Parkı’nda bulunan Hotel Kakslauttanen’den söz ediyorum. Otellere bir türlü ısınamıyor olsam da, bu otel benim bile aklımı başımdan almaya yetti fotoğraflarıyla.. Bu iglooların her biri, termal camdan oluşan tavan ve duvarlara sahip. Böylece sıcacık bir barınağın içinde kuzey ışıklarının tadını çıkarmak mümkün. Tabii fiyatlarını duymaya bile korkarım.. Yine de bir gün kuzey ışıklarını izleme şansı için değer gibi geliyor. Yolumun düşmesini umarım..

24 Temmuz 2012 Salı

kurtulun şu beton villalardan!

Şöyle deniz kenarında, rüzgara ve dalgalara karşı içinizi ferahlatacak bir ev hayali vardır ya.. Bu hayali kovalayan pek çok insan, benim doğup büyüdüğüm karadeniz kasabasındaki gibi kıyılara saldırıp, neredeyse deniz kenarında boş arazi bırakmayacak şekilde her yeri villalarla doldurdular. Konforlu oldukları düşünülüyor eminim, genel bakışla da oldukça 'havalı'lar! Fakat büyük ihtimalle tüm bu villa, yazlık sahipleri hiç denize açılıp oradan bu güzelim kıyılara bakmamışlar. Çünkü kıyıda durup denize bakmak ne kadar güzelse, denizden yemyeşil kıyılara, falezlere bakmak da o kadar güzel ve büyüleyicidir. Şimdiyse -hanidir denizde dolaşamadımsa da- denizden bakınca kıyıda o tek tip villalar görünüyor en fazla. Halbuki istiyorum ki birileri de bu insanlara, hem o hayallerindeki evi yapabileceklerini, hem de doğaya sahip değil, onun bir parçası olabileceklerini anlatabilsin. 

Bunca lafı, taa Pasifik kıyılarında, denize nazır bir ev inşa eden Mimar Mickey Muennig'e ve sözkonusu eve getirmek için etmedim yalnızca. Pasifik kıyısında yapılabilen, neden Karadeniz kıyısında yapılamasını söylemek istedim daha çok. Bahsettiğim ev, şimdiki emlakçıların favori tabiriyle "full deniz manzaralı", deniz de ne demek.. "full okyanus manzaralı!"Bu, pek çok insana hasretle iç geçirtecek ev, dışarıdan neredeyse görünmez ve içinde bulunduğu doğanın bir parçası olacak şekilde tasarlanmış. Bunu da arazinin eğimleriyle uyumlu, çimen ve yaban çiçekleriyle kaplı çatı sayesinde başarmış Muennig. Öyle ki, bu eğimli çatı, aynı zamanda evin bahçesinin de bir parçası haline getirilebilmiş.


Çimen çatı, doğayla görsel uyumun yanında evde doğal bir izolasyon sağlayarak enerji maliyetini de düşürüyor. Aynı zamanda güneş panelleri de enerji ihtiyacını azaltıyor. Ev sahiplerinin belirttiğine göre bu sayede enerji ihtiyaçları yarı yarıya azalmış. Bunda elbette çimen çatının izolasyonu ve güneş panellerinin yanında evin kendine has biçiminin de etkisi var. Evin aerodinamik yapısı, bölgede saatte 100 mile varan kuvvetli rüzgarlardan korunacak şekilde tasarlanmış.


Tüm bunlar gerçekten de böyle yapıların mümkün olduğunu, maliyetinin de aslında şu betonarme ve tek tip, dışarıdan bakıldığından doğayla hiçbir uyumu olmayan sıkıcı villalardan fazla olmadığını göstermesi açısından çok önemli. 


Eminim, böyle tek bir örnek bile, birbirini taklit etmeye dayalı kolaycı zihniyeti etkileyebilecek ve yazlık evlerin çeşitlenmesine katkıda bulunacaktır. Fakat şimdilik ülkede benzer örneklere pek de rastlayamıyoruz. Umalım ki, illa bir taklit olacaksa, birileri önünü açsın da böyle yapılar taklit edilsin. Kıyılar, yaylalar ve diğer bütün doğa parçaları benzer bir uyumla inşa edilmiş evler görsün. Denizden baktığımızda çirkin beton binalar yerine, üzerinde çiçekler açmış, belli belirsiz yaşam alanları görebilelim..

22 Temmuz 2012 Pazar

Bisikletlere Yeşil Sığınak




Burası, Japonya Osaka'da hareketli bir caddenin ortasında yer bulmuş bir bisiklet park yeri. Bisikletin çok yoğun kullanıldığı bu coğrafyada eminim sayısız bisiklet park yeri bulmak mümkündür. Fakat buranın özelliği, bu şehir karmaşasında, yemyeşil duvarlarıyla şehre soluk katan bir alan olması.



Beton ve çelikten inşa edilmiş bu park yerinin duvarlarının tamamı, yemyeşil sarmaşıklarla kaplı. Bu sayede, yalnızca görünüm olarak değil, gerçek anlamda şehre soluk katıyor.

Bildiğim kadarıyla özellikle de istanbul gibi kalabalık bir şehirde böyle rahatça bisiklet park edilebilecek bir park alanı yok. hatta daha temele inecek olursak bisiklet kullanılabilecek doğrudüzgün yollar bile yok. parklara mahkum kalıyor çoğu bisikletli. ama gün olur da bunları aşabilen yerler de olabilirse şu coğrafyada, umalım ki böyle yemyeşil ve nefes dolu olsun..

* sayfadaki tüm fotoğraflar Yuka Yoneda'ya aittir ve  inhabitat sitesinden alınmıştır.