25 Ekim 2013 Cuma

Steve Areen'in Kubbe Evi (Home Sweet Dome Home)

Steve Areen, aslında uzun zaman Delta Havayollarında uçuş görevlisi olarak çalışmış biri. Bildiğimiz anlamda bir “mimar” değil. Fakat Tayland’da inşa ettiği evi görenler sanırım buna inanamaz. Eşinin erkek kardeşinden aldığı ipuçlarıyla bu şahane kubbe evi inşa eden Steve, iki yardımcısıyla birlikte bu evi altı haftada ve yalnızca 8000 dolara malederek tamamlamış!


Işlerini bu kadar çabuk ve kolayca halledebilmiş olmasında Tayland’daki imar yasalarının gevşekliğinin de payı olmuş fakat yine de inşa sürecinin izinler dahil altı haftada tamamlanabilmiş olması mucize gibi. Düşünsenize, yalnızca bir buçuk ay gibi kısa zamanda kendi ellerinizle yaptığınız masal evini tamamlıyor ve final dokunuşlarını da ekleyip kısa zamanda orada yaşamaya başlayabiliyorsunuz. Şahane!


Steve, ana inşaatı bitirdikten sonra, kapılar, bölmeler, raflar, havuz, çardak ve çevre düzenlemesi gibi daha ayrıntılı işlemlere girişmiş. Hepsini eşinin erkek kardeşi Haijar ve yardımcısı Tao ile tamamlamış. Dıştaki kubbe formu, evin içinde de oval formlarla birbirini tamamlıyor. Son olarak, beton tuğlayla inşa ettiği kubbeyi terracotayla sıvayarak, içinde bulunduğu doğayla şahane bir bütünleşme yakalamayı başarmış. Çardak, nilüferlerle dolu minik havuz, bahçe, çatı, kapılar, tuvalet, banyo! saymakla bitmiyor evin göz alınamaz yerleri..


Steve maaliyetin az olmasında Tayland’ın maliyeti ucuz malzemelerinin de etkisini olduğunun altını çiziyor, yine de tüm kol gücünü iki kişi görebilmesine bakılırsa gerek işçilik, gerek yerel malzemeler kullanma anlayışıyla; dünyanın neresinde olursanız olun beton toplukonutlara ödenen akılalmaz ücretlerin yanında oldukça ucuza malolacağı ve çok daha sağlıklı olacağı kesin. Bu tarz bir anlayışı ve bu anlayışla kendi evlerini inşa edebilen Steve gibi insanları bu yüzden çok seviyor ve sonsuz saygı duyuyorum onlara.



Steve de ızgara sisteminde hayat bulamayanlardan. Kendi eliyle yaptığı bu evin doğal yalıtımı, ısınma ve soğutma açısından çok kullanışlı ve ekonomik. Kullanılan teknik, malzeme vs. oldukça ilham verici evet ama diğer yandan ev, estetik açıdan da büyüleyici. Steve’in kendi sitesini ziyaret ettiğinizde gördüğünüz fotoğraflardan, yaptığı işten aldığı enerji ve mutluluğu görmemek mümkün değil. Sanırım işin en güzel yanı da aslında bu. Steve, şimdi bu enerjisini başka evler inşa ederek yaşatmak istiyor. Dilerim her şey istediği gibi gider ve dünyanın öbür ucundan bizlere verdiği gibi daha pek çok insana ilham vermeye devam eder.


31 Ağustos 2013 Cumartesi

griye inat: dusseldorf'tan bir sokak-kiefernstrasse



günlerdir, "insanları gülümsetmek için" 64 yaşındaki bir adamın, bir merdiveni gökkuşağı rengine boyamasının ardından, belediye yetkililerinin merdiveni griye döndürmesi, daha da durmayıp şafak operasyonuyla yine belediye yetkilileri tarafından bu kez gökkuşağı renklerine boyanmasıyla devam eden tuhaf bir inatlaşma ile karşı karşıyayız. ama o ilk griye boyama yaşandı iyi ki diyecek hale geldik. çünkü hem adamların renklerden bile korktuğunu görmüş olduk, hem de aslında biz renkleri ne kadar özlediğimizi fark ettik. öyle ki şimdi değil yalnızca istanbul'un, memleketin her yanından renkli merdiven-sokak görüntüleri düşer oldu sosyal medyaya. ne iyi oldu.
Bu hafta, tam da bu gündeme inat, aslında bir süredir aklımda olduğu gibi, "kamusal alanda renk" konusunda bir şeyler yazmak istiyorum. fakat "renk" derken elbette yalnızca renkleri kastetmiyorum; aynı zamanda "hayat veren, neşe getiren" "renk getiren" her şeyi kastediyorum.
O yüzden bu yazının konusu Almanya Dusseldorf'ta bulunan Kiefernstrasse oldu. Bu sokak, graffitileriyle meşhur. Taa 80'ler sıkılmış ilk spreyden bugüne büyük bir ilerleme gösteren Kiefernstrasse, bakmakla bitmeyecek, her bakıldığında yeni ayrıntılar keşfedilecek duvarlar dolusu graffitiyle kaplı şimdi. o yıllarda Dusseldorf'un banliyösü olan bu alan, şehrin graffiti sanatının merkezi haline gelmiş. Günümüzde de graffiti denince ilk akla gelen (takma isimleriyle) Fade, Magic, Cash gibi graffiti sanatçıları da burada yetişmiş. 1980'lerin başında başlayan akım, 1989'da bunun için kurulan özel bir polis birimi yüzünden engellenmişse de, belli ki gelenek akıllardan silinmemiş. 2004'te sokak halkı, evlerinin cephelerini graffitilerle "kaplayıp" yeniden tasarlamak için farbfieber ismiyle anılan bir graffiti topluluğuyla birlikte çalışmaya başlamış. Bugüne kadar sokağın sağ yanındaki neredeyse tüm evlerin cepheleri spreylenmiş durumda. ortaya da o kadar şahane görüntüler çıkmış ki, böyle bir sokaktan geçip de mutlu olmamak elde değil gibi görünüyor. işte o sokak:

























30 Ağustos 2013 Cuma

İNSAN RENKLERDEN NEDEN KORKAR?




Geçtiğimiz günlerde İstanbul Fındıklı’dan Cihangir’e uzanan merdivenler, Karaköy’de yaşayan 64 yaşındaki orman mühendisi Hüseyin Çetinel tarafından, kendi ifadesiyle “insanları gülümsetmek” için gökkuşağı renklerine boyanmıştı. Hepimiz o kadar çok sevdik ki o merdivenleri –sevilmeyecek gibi değildi-, çılgınca paylaşıldı sosyal medyada. İstanbul gibi bir beton ormanında, griler arasında hem de bireysel inisiyatifle boyanmış bu rengarenk merdiven gerçekten de hepimizin içini açtı. Hemen her yerde fotoğraflar paylaşılmasına rağmen bıkmadık, gökkuşağından hiç bıkılır mı? LGBT’nin onur haftasında renkleri ne kadar özlediğimizi daha da iyi anladık belki de. İstiklal Caddesi, LGBT onur yürüyüşü sayesinde gökkuşağı renkleriyle dolmuştu da nasıl heyecanlanmıştık hepimiz. (iyi ki varsın gökkuşaklı LGBT, iyi ki! Bize renkleri hatırlatmayı hiç unutmayın e mi?)


Ne var ki tepemize dikilmiş işaret parmağını sallayarak bize renkleri yasaklamaya çalışanlar var. Ahmet Misbah Demircan adını biliyor musunuz? Hani kendisini Beyoğlu’nu “güzelleştirmeye” adamış AKP’li belediye başkanı. Anlaşılan renklerden hoşlanmıyor başkan. O kadar ki dün gece belediye ekiplerini toplayıp merdivenleri griye boyatmaya göndermiş. Birilerinin nasıl olup da renklerden korkabileceğini asla anlamayacağım sanırım. SAHİ İNSAN RENKLERDEN NEDEN KORKAR?


Biz bu sorunun cevabını merak ededuralım, gazetelerdeki haberlere bakılırsa Hüseyin Çetinel merdivenlere tekrar gidecek ve fırçayı eline alacakmış. Dahası LGBT’nin duyurduğuna göre Cumartesi günü 17.00’de hep birlikte merdivenleri yeniden boyamak için bir çağrı var. Şimdi fırçayı-boyayı kapıp yalnızca “o” merdiveni değil, bulduğumuz tüm merdivenleri boyama zamanı. Çünkü biz renklerden korkmuyoruz. Hiç korkmadık. Daha da ötesi renklerimizin tadı damağımızda artık. Onların “boya”dan anladığı “boyalı su”, “boyalı mermi”yse, bizim gökkuşağımız var. Onlarınsa öğrenecek çok şeyi..



Yapıgüncesi, bu hafta renkler konusunda çalışıyor olacak. Şimdilik hepimize rengarenk günler dilerim.

23 Temmuz 2013 Salı

Danimarka'da bir işgal deneyimi: Christiania



Gezi direnişi başladı başlayalı hayatımızda çok çalkantılı dönemler geçirdik hep birlikte. blog da yazılardan mahrum kaldı. o yüzden dönüşü, bir işgal alanı Christiania ile yapmak istedim. Christiania, Kopenhag'ın orta yerinde taa 1971'de çevre halkı tarafından alternatif ve daha yeşil bir yaşam için işgal edilmiş ve günümüze kadar bu yaşamı sürdürebilmiş bir kasaba. Artık özerk bir yönetime kavuşabilmiş ve kendi kurallarıyla kendi kanunlarıyla, bugün durduğumuz yerden hevesle bakabildiğimiz bir yaşamı başarıyla oturtabilmiş bir komün.
Christiania’nın çalkantılı tarihi 1971’de bir grup insanın, önceleri askeri alan olarak kullanılan ve terk edilmiş barakaları çevreleyen tel örgüleri aşıp bu alanı işgal etmesiyle başlamış. Talepleri; bölgenin çocukların da oynayabileceği, yetişkinlerin de vakit geçirebileceği bir yeşil alan olarak kullanılmasıymış. Aynı yıl, alternatif bir gazetede, buradaki terk edilmiş barakaların, maddi yetersizlikler nedeniyle  genç insanların yaşayacağı evler olarak kullanılabileceği üzerine bir makale yayımlanmış. Makale, çevrede bulunan ve komün hayatına dayalı farklı bir yaşam dileyen, özgürlük isteyen insanların bölgeye akın etmesine neden olmuş. Bu büyük talebin önüne geçemeyen devlet ve bölge yerleşimcileri, bu alanı tanımak zorunda kalmış. Makalenin yazarı Jacob Ludvigsen, aynı yıl bu kendi kendini yöneten komünün açılışını yapmış.


Öyle bir kararlılık ve başarıdan söz ediyoruz ki kırk yılı aşkın süredir bu insanlar orada yaşıyorlar, sayıları yaklaşık 1000’i buluyor ve kendi imkanlarıyla burada alternatif bir yaşamı sürdürebiliyorlar. tam 34 hektarlık bir alan! İşin en güzel yanlarından biri de bu alanın, başkentin merkezine çok yakın olması, kesinlikle gözardı edilebilir, izole bir yerde değil. Aksine neredeyse kentin göbeğinde diyebiliriz.. Avrupa’nın neredeyse en tutarlı ve bugüne kadar başarıyla ayakta durabilmiş tek hippi hareketi denebilir bu yüzden.


Christiania sakinleri, evlerini tamamen kendileri tasarlamışlar. Evler için kendi aralarında komüne giden kiralar ödüyorlar, su ve elektrik içinse belediyeye ödeme yapıyorlar. Geçimlerini ise kendi restoranları, kendi üretimleri bisiklet ve diğer malzemelerle yapıyorlar. Evlerin ve kasabanın fotoğraflarına bile bakmak -şahsen beni- çok fazla heyecanlandırıyor. İçerideki yaşam ruhu, duvarlara, yollara, tabelalara, her ama her şeye yansımış! aksi de mümkün değil sanırım..


Kendi elleriyle dönüştürdükleri barakalar gerçekten insana yaşam enerjisi verecek türden. İçinde bulunan göl ve yeşillikler, hem yetişkinler hem de çocuklar için şehrin ortasında keyifle vakit geçirebilecekleri bir alan. Turistler için olduğu kadar, alternatif gösteriler, sergiler, konserler ve paneller için de bir çekim noktası.
Yine de elbette bu işgal süreci yaşadığı 40 yıl süresince çeşitli sorunlarla başa çıkmak zorunda kalmış. Yasadışı maddeler satıldığı gerekçesiyle güvenli olmadığı yolundaki söylentiler, hükümet ve belediyeyle yaşanan idari çatışmalar gibi sorunlar elbette olmuş. Fakat 2011’de, bölgenin ele geçirilmesinin 40. Yıldönümünde, komün bölgeyi satın alarak legal bir noktaya taşımış kendini. 

Chsirtiania yapımı özel bisikletler

Peki bölgede başka neler yapılıyor? Meditasyon ve yoga Christiania sakinlerinin en popüler aktivitelerden. Danimarka ve İsveç çapında meşhur Solvognen isimli bir tiyatro grupları var. Pek çok malzemeyi elleriyle üretip hem kişisel kullanım, hem de satış için kullanıyor, böylece gelir elde ediyorlar. kendi içlerindeki güvenlik kurallarını ve denetimi de başarıyla sağladıkları için bu topluluk, bugün Danimarkalılar arasında başarılı bir sosyal deneyim olarak addediliyor. Danimarka yönetiminin kurallarını geçerli saymıyorlar, bu yüzden tüm sorumluluk ve dolayısıyla başarı da bölge yerleşenlerine ait.


Christiania’daki işletmelerse şöyle:
Byens Lys
Yerel sinema ve konferans salonu
Christiania Bikes
Ünlü Christiania ve Pedersen bisikletlerinin üretildiği dükkan.
Christiania Børneteater/Christiania Jazz Club
Caz klüp.
Christiania Merchandise
Hediyelik eşya dükkanı
Christiania Radio
Yerel radyo istasyonu
Christiania TV
Yerel televizyon istasyonu
Grønsagen
Organik sebze meyve marketi ve küçük bir büfe
Indkøbscentralen
Fair trade ve organic ürünlerin satıldığı, 2000’I aşkın organic ürünle Danimarka’nın alanında en iyi olan marketi.
Morgenstedet
Organik ürünlerle yapılan yemeklerin servis edildiği vejeteryan restoran.
Kvindesmedien
Kadın demirciler dükkanı
Musikloppen
1973’te caz klübü olarak kurulmuş ve sonrasında popüler bir yer haline gelmiş müzik salonu. Underground toplulukların sahne aldığı, 450 kişiye kadar alan alternatif bir buluşma noktası.
Nemoland
Kafe olarak da kullanılan ve açıkhava müziklerinin yapıldığı alan
Operaen
Christiania’nın meşhur Pusher Caddesi’nin sonunda bulunan gece klübü ve konser alanı.
Optimisten
Marangoz.
Spiseloppen
Restoran
Sunshine Bakery
7-24 açık bir fırın.
The Gray Hall
Christiania’nın en büyük konser salonu. Aynı zamanda büyük toplantılar ve alternative sergiler için de burası kullanılıyor.
The Green Hall
Christiania’nın el yapımı ürünlerinin satıldığı dükkan. Aynı zamanda küçük bi rev inşa etmek için tüm malzemeler burada bulunabiliyor.
Woodstock
Yerel pub.
Tahmin edebileceğiniz gibi, Christiania'nın kendi bayrağı da var. Kırmızı zemin üzerine 3 tane sarı nokta. bu üç sarı nokta, ismindeki i harflerini temsil ediyor. Renkler ise özellikle seçilmemiş, daha önce askeri barakalarda bırakılmış ve o sırada bol bulunan renkler olduğu için sarı ve kırmızıyı seçmek durumunda kalmışlar :) 


Aynı zamanda resmi olmayan bir marşları da var, 1976'da Tom Lunden'in grubu Bifrost isimli grubun söylediği I kan ikke slå os ihjel (Bizi Öldüremezsiniz), bölgenin resmi olmayan marşı haline gelmiş zamanla. 



Bizim burada sürekli maruz kaldığımız devlet ve polis terörüne karşın Danimarka’da böyle bir alanın bu kadar kolay kurulabilmiş olmasına sırf “nezih bir kuzey ülkesi” olduğu için şaşırmıyor olabiliriz ama maalesef hiçbir şey o kadar kolay elde edilmiyor. Kurulma aşamasında yaşanan ve sürekli devlet tarafından taciz bahaneleri bulunmasının yanısıra, neredeyse 40. Yılına yaklaştığı 2007 yılında ciddi bir baskına maruz kalmış Christiania. 14 Mayıs 2007’de Devlet Orman ve Doğa Ajansı (governmental Forest and Nature Agency) yıkım için Christiania’ya girmiş. Yolları kamyonlarla kapayan yıkımcıların ardından çok sayıda polisin de içeri girmesiyle çatışmalar başlamış. Polislere taş ve havai fişek atan, barikat kuran Christianialılara karşı gaz bombaları kullanılmış. Sabaha kadar süren çatışmalarda yerleşimciler ciddi bir direniş sergileyince polis geri çekilmek durumunda kalmış (ilk geri çekilme ise, içlerinden birinin gizlice polisin ardına geçip polislere dışkı dolu torbalar atmasının ardından olmuş :)). Fakat baskının ardından içeriden ve dışarıdan 50 kişi tutuklanmış.







Bu gibi buralara nispeten çok daha hafif yaşanan pek çok soruna rağmen, bana kalırsa dile kolay 40 yıldır böyle bir komünün avrupa'nın ortasında sürdürülebiliyor olması hayal gibi. Rengarenk, kendi kendine yeten ve kendi içlerinde hiçbir sorun yaşamadan mutlu mesut hayatlarına devam edebilmeleri bana neverland gibi geliyor. Yalnızca fotoğraflarını görmek, videolarını izlemek şansı sayesinde kabul edebiliyorum gerçeği. Demek olabiliyor, demek kararlılık ve azim gerçekten en önemli şey, DEMEK BİZ DE YAPABİLİRİZ!
umarım o günleri de hep birlikte, çok da uzakta olmayan bir gelecekte göreceğiz.
o zaman gelip de tarihe kendi fotoğraflarımızı, kendi eserlerimizi kazıyacağımız dileklerimle..