4 Ekim 2014 Cumartesi

yaşam yolculuğu ve ilk durağımız karadeniz ereğli



geçtiğimiz postlarda yazmıştım; yapıgüncesi bundan sonra bazı şeyleri yerinde görme kararı aldı diye.. ve o postun ardından çok da zaman geçmeden yollara düşüldü. bana kalırsa bomba gibi de bir başlangıç oldu fakat üzerinden haftalar geçmesine rağmen ancak yazabiliyorum. insan çok güzel bir şey yaşadığında bazen anlatamaz ya, ona veriyorum bu gecikmeyi..
yolun başlangıcı, ekoloji mücadelesinin içinden, sevdiğim bir arkadaşımdan gelen çağrıyla oldu. karadeniz isyandadır platformu'nun düzenlediği 3. yaşam yolculuğu'na..
yolculuk karadeniz boyunca çevre mücadelesi veren noktalara mümkün olduğunca temas edip gelişmeleri yerinde görmek, mücadele edenlere selam edebilmek amacıyla uzun bir güzergahı kapsıyordu. karadeniz ereğli'den başlayıp hopa'ya kadar köy köy, heslere, termik santrallere, nükleer santrallere karşı mücadele noktalarını yerinde gördük, çok şahane insanlarla karşılaştık, çok büyük doğa katliamları gördük. zannediyorum hepsini buraya aktarmakta oldukça yetersiz kalacağım.
yine de tarihe not düşmeden olmaz. işte ilk durak:





#karadenizereğli
karadeniz ereğli, benim doğup büyüdüğüm topraklara yarım saat mesafede olmasına rağmen çok gidip gelemediğim, güzelliklerini ne yazık ki pek de fark edemediğim bir yerdi. farklı yerlerden toplanıp bir araya geldiğimiz, sonradan yoldaş olduğumuz bir otobüs dolusu insan olarak karadeniz ereğli'ye geldiğimizde, ekoloji mücadelesi içinden avukat yakup okumuşoğlu ve ereğli çevre platformundan arkadaşlar bizi karşıladı. ilk durak Hattat Holding'e ait Hema A.Ş.'nin termik santral yapmak üzere gözünü diktiği kireçlik koyu oldu. kireçlik koyu, kent merkezinden epey uzakta bayat ve ballıca köyleri arasında yer alıyor. ereğli çevre platformu biz gelmeden çoktan kamp alanımızı hazır etmiş. şöyle bir yer hayal edin; bir yanımız deniz, bir yanımız kamp alanı boyunca uzanıp denize kavuşan dere, üç yanımız orman. çadırları kuracağımız alan yabani nanelerle dolu, biz çadırları kurup üzerlerinde yürüdükçe mis gibi, misler gibi yabani nane kokuyor! klişe belki ve belki bu geziyi anlatırken çokça kullanacağım ama sahiden cennetten bir parça.. o kadar bozulmamış bir doğa ki; akşam biz ateş başında bilgi paylaşımı yapıp, sohbet ederken, şarkılar söyleyip horonlar teperken hemen yanımızda çakallar bize eşlik ediyor. neredeyse şarkı söylüyorlar diyeceğim. gece boyunca şovları devam ediyor üstelik!
gelelim hadisenin özüne.. Hattat holding batı karadeniz'in kabusu desek hiç de abartmış olmayız. kireçlik gibi daha pek çok doğa parçasına göz dikmiş durumda. Özellikle batı karadeniz'deki köylüler zaten kömür ocaklarında, karın tokluğuna, hayatları pahasına çalışmaktayken bir de başlarına termik santral gibi bir bela açmanın peşindeler.
peki neden böyle bir cennet parçasına göz dikmişler? ormanı katlettikleri gibi neden denizi de mahvetmek peşindeler? çünkü deniz suyunu soğutma suyu ve yol olarak kullanmak istiyorlar. biz bölgeye gitmeden birkaç gün önce denizin biyolojik yapısını analiz etmek üzere balık adamlar görevlendirilmiş. yani durum şu: tek kalemde ormanı katledecekler, derelerin kullanım hakkını elde edecekler, denizin biyolojik yapısını bozup doğanın tüm dengesini bozacaklar. forumda da soruldu; halk zaten razı değil ama razı olsalar dahi kim sordu denizdeki balığa, gece boyu bize eşlik eden çakallara, ayıya, kurda, kuşa böyle bir talandan önce?
yine forumda gerek madencilerin, gerek köylülerin gerek ereğli çevre platformundan arkadaşların anlattığına göre, köylüler üzerinde özellikle işsizlik konusuna vurgu yapan bir baskı var. halihazırda çoğunluğu madende çalışmakta olan köylüler, tehlikenin farkında olmakla birlikte tehditlerden kaynaklı, işsizlik-güvencesizlik korkusuyla elleri kolları bağlı hissediyor. tam da bu noktada çoruh havzasından, hopadan, loç vadisinden ve pek çok farklı direniş noktasından bilgi paylaşımları yapılıyor, mücadele biçimleri tartışılıyor.
geceyi forumun ardından kemençeli, bendirli türkülerle horon eşliğinde sürdürüyoruz. o kadar güzel bir doğa parçasındayız ki, telefonlarımız "çekmiyor", elektrik yok, hiçbir teknolojik alete yakın değiliz. tepemizde samanyolu, kulağımızda dalga sesiyle uyuyoruz. ve izin verilirse, sesimizi çıkarmazsak, seslerini çıkarmazlarsa bu cennet parçası yaşanmaz hale gelecek..
ertesi sabah bayat ve ballıca köylerini ziyaret edip köylülerle konuşuyoruz. özellikle kadınlar termik santral konusunda soru işareti taşımıyor, hepsi "izin vermeyiz" noktasında net. fakat henüz hema a.ş. pratikte bir çalışma başlatmış değil, işler şu anda kağıt üzerinde ilerliyor. bizim ereğli ziyaretimizin ardından 14 eylül'de, ereğli çevre platformu hema aş'nin çed raporunu verilen süre dahilinde bakanlığa sunmadığını ve çed sürecinin sonlandığını açıkladı. fakat biliyoruz ki sermaye bir yolunu buluyor. bazen izinleri beklemeden doğrudan harekete geçip, sonradan kitabına uydurduklarını da görmemiş değiliz bugüne kadar. yine de içimiz rahat, çünkü gün gelip iş makineleri bölgeye girdiğinde, köylü teyzeler "makinelerin önünde dururuz" kararında olduklarını ısrarla söylüyor. gürsel teyze bir yandan bize fındık ikram ederken diğer yandan; "bizi kandırmaya çalışıyorlar. güya hiçbir şey olmayacakmış, ağaçları kesmeyeceğiz, çocuklarınıza iş vereceğiz diyorlar. ama bize haberler geliyor başka termik santral yapılan yerlerden. pencerelerin açtıklarında içeriye kül yağıyormuş. insanlar hastalanıyorlarmış. biz köyümüzü çok seviyoruz, burası cennet gibi. burda doğduk büyüdük, burayı kirletirlerse biz nereye gideceğiz, çocuklarımız ne olacak?" diye soruyor. "keşke" diyorlar, "iki gün sonra düğünümüz vardı ona kalsaydınız, orda toplanan herkese anlatırdınız. ama biz şimdi sizin arkanızdan herkese anlatacağız, herkese selamınızı ileteceğiz"
biz de onların selamını alıp, ordan amasra'ya uzanan yolculuğumuza devam ediyoruz..











*malum; teknoloji ve elektrik yoksunluğu şarj sorununa da yol açtığından pek fotoğraf çekemedim. fotoğrafların çoğu yaşam yolculuğu yoldaşlarımızdan okşan dede'ye ait.