29 Mart 2015 Pazar

bir ağaç ev mimarı: takashi kobayashi


mimarlık okumamış, tasarımını cetvellerle yapmayı öğrenmemiş ama yine de yaşam alanları inşa eden insanlara bayılıyorum! işte takashi kobayashi de onlardan biri; kendi kendini eğitmiş bir japon tasarımcı-mimar. kendi deyimiyle de bir "ağaç ev insanı". web sayfasında ingilizce özgürlük anlamına gelen freedom kelimesini treedom olarak kullanmış ve aslında bir mimar değil, sanar ve serbest dışavurumla doğa ve insan arasındaki ayrımı kıran biri olarak tanımlamış kendini. "bizim değerlerimizi ve özgür ruhumuzu paylaşan insanlar için bulduğumuz tanım 'ağaç ev insanları'dır" diyor aynı sayfada.

evet tahmin edebileceğiniz gibi, kobayashi ağaçlara evler yapıyor. ev dediysek hepsi ev olarak kullanılmıyor elbette, sözün özü; ağaçların üzerine konuk olmuş yaşam alanları inşa ediyor. 120 ağaç evin mimarlığını ve marangozluğunu kendi elleriyle yapmış. her bir tasarımına bir seremoniyle yaklaşıyormuş gibi görünüyor. minik maketler yapılıyor, planlar çiziliyor, her bir parçası tek tek elle imal ediliyor. herhangi biri diğerinin aynı değil, hiçbiri düz hatlara sahip değil ve hepsi sanki misafir olduğu ağacın bir parçası gibi görünüyor. o yüzden söylediği gibi, doğayla insan arasındaki perdeyi araladığına katılmamak elde değil.

kobayashi'nin ağaç evleri arasından biri özellikle dikkate değer. ciddi hastalıklara sahip çocuklar için yapılmış olan Solaputi Çocuk Kampı, hastalıkları nedeniyle diğer çocuklar gibi koşup oynayamayan, dışarıda vakit geçiremeyen çocuklara eğlenceli zamanlar vadediyor. dört ağacın ortasına kurulmuş olan bu ağaç ev, yerden 8 metre yüksekte. The Japan Times'a verdiği röportajda "burası, hastanede vakit geçirmek zorunda kaldıkları için hayatlarında dışarıda oynayamayan, solunum cihazı türünden medikal cihazlara bağlı yaşamak zorunda kalan çocuklar için" diyerek yapının misyonundan söz etmiş.

Kobayashi tam bir doğa aşığı, doğaya büyük saygı duyan biri, hatta önünde asyaya özgü o sükunetle saygı duruşunda bulunan biri demek daha doğru belki de. Peki nasıl mı başlamış ağaç evler inşa etmeye? aslında ilginç bir öyküsü var.. "küçükken gezi programları ve doğa belgeselleri izlemeye bayılırdım ve hep amazonlarda bilimsel araştırmalar yapmanın hayalini kurardım" diyor. ne yazık ki arası bilimle hiç iyi olmamış.. fakat bu eski belgesel sevdası onu TV programları yapmayı meslek edinmeye kadar götürmüş. çok geçmeden bu mesleğin kendisine göre olmadığını farkederek mesleği bırakıp seyahat etmeye başlamış. İkinci el kıyafet satma işleriyle uğraşıyor, bir yandan dünya gezilerine devam ediyormuş. Bir gün sık gittiği bir antikacıda, bir ağaç ev sembolü görmüş ve çok beğenince antikacı ona hediye etmiş sembolü. çok değil 18 ay kadar sonra, bu sembolden de aldığı ilhamla bir ağaç ev inşa etmiş. kaçış adındaki bu ağaç evin açılışı, bar olarak kullanılmak üzere 1992'de yapılmış. "bir odanın içinde ağaç bulunmasını çok heyecan verici buldum. Ağaç içeriye rüzgar ve yağmur suyu taşıyordu" diye anlatıyor bu ilk deneyimini. Ardından Boston'da Peter Nelson tarafından yazılmış ağaç evler kitabını almış ve bu kitabın ardından tesadüfler yollarını kesiştirmiş ve Kobayashi, Nelson'la tanışma fırsatını bulmuş. Hikayeyi şöyle anlatıyor; "Nelson'la tanışıp ona kitabını aldığımı ve bir ağaç ev inşa ettiğimi söyledim. Ona Tokyo'da yapacağı projede asistanlık yapmamı istedi. Ardından bana Oregon'da dünyanın ilk ağaç ev konfreransını düzenleyeceğini ve benim de Japonyanın temsilcisi olarak katılmamı istedi. ben de katıldım."

sanırım Kobayashi için, ağaç ev kariyerinin daha iyi bir başlangıcı olamazdı. sonrasında ise kendini durduramamış olacak ki yüzü aşkın ağaç ev inşasına imza atmış. fotoğraflarda da görülebileceği gibi, her biri kendine özgü bu ağaç evler, her ne kadar farklı amaçlara hizmet de etse, her biri nasıl da davetkar. ben hiç ağaç evde yaşamadım, dahası hiçbir zaman bir ağaç eve adımımı atmadım ama doğrusu bir ya da birkaç ağacın evsahipliği ettiği bir mekanda vakit geçirebilmek, yaşayabilmek ya da çalışabilmek son derece şifalı olurdu eminim.. kobayashi'ninkiler de insana böyle hissettiriyor, sanki her biri şahane birer inziva alanı gibi. kim istemez ki..

13 Mart 2015 Cuma

samandan bir ana okulu: "tecilli"


ana sınıfı, okul hayatımın taa yüksek lisansa kadar tek güzel zamanıydı. şimdi tekrar düşünüyorum da ilkokul öncesi güzel göz boyama doğrusu.. şaka bir yana sahiden hayal dünyanızın henüz eğitim sistemi ve yetişkinler kadar yeterince "zehirlenemediği" o güzel zamanlara denk gelen ana sınıfı; boyaları, kağıtları, tavşanlı makasları, parmaklara yapışıp çıkmayan yapıştırıcılarıyla; oyunlarıyla, hikayeleriyle sahiden büyüleyici bir başlangıçtı (ya da son). fakat o büyüleyici zamanı bile üst sınıfların arasına sıkışmış çirkin boyalı sınıflarda geçirdik.



oysa meksika'da laboratorio arquitectura basica mx tarafından tasarlanan saman ana okulu (evet yanlış duymadınız, saman :) samanın mimaride kullanımından daha önce şurada söz etmiştim) bir ana sınıfının nasıl olması gerektiğine işaret eder gibi.



cuernavaca'da bulunan bu ana sınıfının tasarımında temel amaç, okulun karbon ayakizini küçültmek. ana malzemesi olan samanın (yerel tarım artığı olarak temini çok kolay) yanısıra başka yerel-doğal malzemeler kullanılmış ve bol bol gün ışığından yararlanılmış. böylece hem sahiden doğal hem de bir o kadar ucuz bir iş çıkmış ortaya. kalın saman duvarlar akustik ve termal yalıtım sağlarken, diğer yandan çocuklar için nefes alabilen bir mekan vaat ediyor. üstelik kille kaplanan saman duvarlar, yuvarlak hatları, inişli çıkışlı yüzeyleri, neşeli nişleri ile gerçekten masal diyarından çıkmış gibi. nasıl da bir çok güzellik bir araya gelmiş, öyle değil mi?



ama bitmedi; daha da güzeli okulun inşası için halk desteği gelmiş ve tüm okul 8 hafta gibi kısa bir zamanda, çok da ucuza maledilerek el birliği ile yapılmış.



cuernavaca'da sahiden doğayla tamamen barışık bir okul yaratmanın yanısıra, orada okuyacak çocuklarda pırıl pırıl hayal dünyaları, açık zihinler de yaratmayı başaracaklar gibi görünüyor. okulun adı "tecilli" de yerel dilde kelebek kozası anlamına geliyor ki; sanırım tam da bunu kastetmişler. peki sizce de eğitim hayatınız, ağaçların arasında ve ayaklarınızla çiğnediğiniz toprağın ellerinizle şekillendiği duvarlar arasında başlasaydı, sınavlar-testler o kadar çabuk geçirebilir miydi hayal gücünüzü eline?                                                                                              

11 Mart 2015 Çarşamba

açılır kapanır bir karavan: markiz



Sanırım bu karavanı görüp de peşine düşeli bir sene olmuştur. Bir resim dışında hakkında hiçbir şey bulamamışken, bugün tesadüfen önüme gelince yazmasam olmazdı. Karavanlı bir yaşama özenmeyenimiz yoktur sanırım, herkesin bir dönem bu hayali kurduğu olmuştur. Fakat Hollandalı mimar Eduard Bohtlingk işi bir adım ileri taşımış. Üstelik de bu tasarımı bundan seneler evvel, taa 1985’te yapmış! O senenin modern yaşam temalı bir yarışmasına katılmak için hazırladığı Markiz isimli bu karavanda, 4 kişinin konaklayabileceği bir yatak odası, bir yaşam alanı, bir mutfak, bir de veranda bulunuyor. Daha ne olsun! Çoğumuzun evinde bile yok bu kadarı.. 



Küçücük karavanda bu kadar imkan yaratabilmek, açılır kapanır iki kısım tasarlayarak mümkün olmuş. Aslında karavan fikriyle çadır fikri birleştirilmiş de diyebiliriz. Seyahat ederken 2 metreye 4,5 metre boyutunda sıradan bir karavandan farklı görünmeyen bu küçük ev, park edilip konaklama anı geldiğinde, iki yana açılıp üç misli büyüyerek yepyeni bir çehreye bürünüyor. 



Bu çok kullanışlı ve pratik tasarım, 1996’da Rotterdam’daki bir tasarım yarışmasında ödül almış. Karavanın iki tenteyle kapanan açılır kısımlarından şeffaf olanı, günlük yaşam-keyif alanıyken (ne keyif yapılır orda, değil mi?!); içerinin görünmesini engelleyen turuncu tenteli kısım ise yatak odası oluyor. Burada dört adet tek kişilik yatak, karavan park edildikten sonra açılıp neredeyse ev konforu sağlıyor.



Bunun yanında ekipman olarak ocağından, mutfağına, tuvaletine, banyosuna her şeyi de tastamam. Kaynakların hepsinde 4 kişilik bir yaşam alanı olarak tariflense de, düşünüyorum da elimizde bugün böyle bir şey olsaydı kaç kişi doluşur da nereleri gezerdik.. Hayali bile yetmedi mi sanki?


7 Mart 2015 Cumartesi

evsizlere eşsiz evler!

Gregory Kloehn Kaliforniya Oakland'da yaşayan bir sanatçı. Belli ki dünyada pek çok şeyi dert eden ve bir o kadar da çözüm üretmeye çalışan, epey de çalışkan biri. Bireysel tasarım yeteneklerini evsiz insanlar için kullanmaya karar verip giriştiği Homeless Homes Projesi, başta bireysel bir proje olsa da, çok kısa zamanda kolektif bir çalışmaya dönüşmüş. Proje, adı üzerinde, sokakta yaşayan insanlara birer minik çatı sağlamayı hedefliyor. 

Projeye başlarken, çöplerde inşaat için kullanılabilecek ne çok şey olabileceğine dikkat çekerek her bir parçayı çöplerden toplayıp dönüştürmüş. İşin güzel tarafı onları öyle bir allayıp pullamış ki, herhangi bir parçanın atık olabileceği hiçbir şekilde akla gelmiyor. Hepi topu bir uzanmalık yeri olan bu minik, minicik evler, eminim özellikle Amerika gibi pek çok evsizin yol kenarlarında birer mukavva kağıt üzerinde kıvrıldığı bir yerde hem ciddi bir umut olmuştur hem de yeri gelmiş hayat kurtarmıştır. Çöpten toplanmış malzeme deyip geçmeyin, örneğin çamaşır makinesi kapağından yapmayı akıl ettiği pencereler, benim diyen tasarımda olmayan bir hava katmış.

Belli ki evlerin yapım aşamaları çok keyifli geçiyor, her birinin kendince bir ismi var: R2D2, Romen Çiftlik Evi gibi.. Yukarıda söz ettiğim çamaşır makinesi kapağından tutun da, ahşap paletlere, yatak iskeletlerinden, araba iskeletine kadar pek çok atık malzeme; boyanarak, yapıştırılıp birbirine çakılarak her biri birbirinden güzel minik evlere dönüşüyor. Peki bunlar birleştirilip minik ev tamamlandığında ne mi oluyor? Gregory biten evi sokağa taşıyor; birkaç fotoğraf çekiyor ve sonra dönüp gidiyor ki ev kendi yolunu bulsun.. "Bu aşamadan sonra söyleyebileceğim pek bir şey olmuyor. Her ev kendi hayatına başlıyor. Biri çalındı, biri yakıldı, biri komşunun bahçesine köpek evi oldu. Geri kalanların hepsi sokaklarda ve içlerinde evsizler yaşıyor." diye anlatmış bu süreci. 
Projeye ilham veren hikayeyi ise şöyle anlatıyor: "Bana ilham veren bazı malzemeler bulmuş ve onları stüdyoda biriktirmeye başlamıştım. Bu malzemeleri kalıcı hale getirmek için ufak ufak bir araya getirip üzerinde çalışmaya giriştim. Bir hafta kadar sonra elimde, şehir ormanının istenmeyen meyvelerinden inşa edilmiş şahane bir 21. yüzyıl avcı evi vardı. Bu tasarım aylarca stüdyoda toz toplamaya devam etti. Yağmurlu bir gece, on yıllardır tanıdığımız Charlene adındaki evsiz bir kadın kapımı çaldı ve elimde ona verebileceğim bir muşamba olup olmadığını sordu. Olmadığını söyleyip içeri girdim. Fakat bu minik evin yanından geçerken kafama dank etti. Dışarıya koşup ona yarın gelip benden kendisi için minik bir ev alabileceğini söyledim. Ertesi gün Charlene ve kocası Oscar geldi, onlara bir grup anahtar ve bir şişe şampanya verip evi teslim ettikten sonra, onu sürükleyerek taşıyışlarını izledim. O kadar iyi hissetmiştim ki hemen ertesi gün yeni bir tane yapmaya başladım."
Ne güzel bir hikaye! İşin güzel tarafı, isteyen herkes projeye, ister maddi destek isterseniz fiziksel yardımda bulunabiliyor ve projenin bir parçası olabiliyor. Bu konuda ve proje hakkında daha detaylı bilgi için www.homelesshomesproject.org ziyaret edilebilir. 
Hepimize ilham dolu günler!

4 Mart 2015 Çarşamba

mikro evlerde büyük hayatlar..

Özellikle Amerika'da ve sonra Avrupa'da yaygınlaşan "tiny house movement" olarak adlandırılan mikro ev hareketi, özellikle son bir-bir buçuk yıldır ilgimi fazlasıyla çekiyor. çünkü bu hareket, pek çok cevabı beraberinde getiriyor diye düşünüyorum. tam da bu yüzden mümkün olduğunca mikro evleri kurcalıyor, takip ediyor, blogda da yazmaya çalışıyorum.
mikro ev kavramı; doğada bıraktığımız izlerin azaltılabilmesi açısından çok kıymetli olduğu gibi, "basit" olanın daha insani olduğunu hatırlatması açısından da çok anlamlı. konuşmalarımızdan ya da blog paylaşımlarından gördüğüm kadarıyla bu tarz evlere/hayatlara sempatiyle yaklaşmayan kimse yok. fakat hemen hepimiz bunları sevimli ama uzak bir hayal gibi tartışıyoruz. belki aslında istenilen şey temelde "o" olmadığından, belki de modern hayatların bize başka yaşam biçimlerini dayatması nedeniyle kendi hayallerimizden gitgide uzaklışıyor olduğumuzdann. bilemiyorum.. fakat gerçekten birkaç haftada, hadi bilemedin birkaç ayda el birliğiyle yapılabilen bu küçük yaşam alanları, büyük hayatlar barındırabilme potansiyeline sahip. bunca lafı neden ediyorum? tek bir şey geldi aklıma; "evet iyi hoş da, şimdi bunu yapıcaksın. yarın bi gün çoluk çocuğa karışınca zor abi ya" diyen sevgili tanıdık/tanımadık arkadaşlar: evet bir mikro evde de çocuklarla yaşayabilmek mümkün. Sadece isteyin, yapın ve zevk alın yeter. unutmayalım; daha büyük bir ev çocuk yetiştirmeyi "çocuk oyuncağı" yapmadığı gibi, daha küçük bir yaşam alanı da sizi hapsetmiyor. aksine -çoğunluğu taşınabilir olan- bu mikro evlerle çok daha özgür yaşamlar kurabilmek mümkün.
elbette dar alanlarda yaşamak herkesin harcı değil, ancak bunu seviyorsanız düşünmeniz gereken bir yaşam biçimi, kabul. ama ben bugün sadece birkaç fotoğraf paylaşmak istiyorum ve fotoğraflardaki ailelerin "zorunda kaldığı için" değil, "tercih ettiği için" bu hayatı yaşadıklarını aklımızın bir köşesinde tutmamızı diliyorum..

ÇOCUKLU AİLELER VE MİKRO EVLER..