14 Kasım 2019 Perşembe

elflere layık bir orman evi



Bu tatlış ev, ormanlarında elflerin dolaşması en olası ülkelerden birinde, danimarka'da bulunuyor. karen ve flemming abrahamsson'un, cob ev atölyesi katılımcılarıyla birlikte inşa ettiği bu ev, blogda sıkça yer alan bir tür olan cob evlerden. temelde kil ve saman karışımı bir harçtan ellerle modellenen bu evler, yumuşak hatlarıyla insanın içini sıcacık yapıyor. bugüne kadar görüp de beğenmediğim, gösterip de "bayıldım" tepkisi almadığım tek cob ev olmadı. bana kalırsa içgüdüsel olarak bu doğal hatlar içimize "yuva" hissi veriyor. tıpkı ilk evlerimiz mağaralar gibi..



yukarıda fotoğrafını gördüğünüz bu yapının "mimar"larından biri olan flemming abrahamsson, aslında bir duvar ustası. ancak mimarların bilinçsiz ve ekolojik sürdürülebilirlikten uzak çalışmalarını gördükçe yaşadığı can sıkıntısı onu mimarlık eğitimi almaya teşvik etmiş.



bu ilgi onun ve eşinin bütün enerjisini sürdürülebilir yapıların inşasına ve bu tekniklere adamasına neden olmuş. "30 yıldan fazladır yenilenebilir enerji üzerine çalışıyoruz. bizim misyonumuz sürdürülebilir yapı teknikleri oldu." diyor flemming abrahamsson. pratikte inşa sürecinde etkin oldukları kadar, işin teorik kısmında da kurslar veriyor, atölyeler düzenliyor, planlama ve tasarım kısmında yer alıyorlar. bunun yanında tuğla sobalar ve compost tuvaletler de üretiyorlar. bunlar da bir cob evin çoğunlukla olmazsa olmaz parçaları arasında yer alıyor çünkü.

flemming, cob evleri çok hoşuma giden bir eylemle özdeşleştirmiş: ekmek yoğurmak. çok doğru bir metafor, hem yuvaya, hem ocağa, hem üretmeye hem de bir eylem olarak yoğurmaya aynı anda atıf yapan bir benzetme yapmak çok akıllıca olmuş.



abrahamssonların bu sürdürülebilir yapılara olan aşkı, onları pek çok insanın katılımıyla gerçekleştirdikleri cob ev atölyelerine yöneltmiş. atölye katılımcılarının röportajlarında, tüm bu inşa sürecinden aldıkları keyif ve tatmin öyle net hissediliyor ki.. işte fotoğraflarda gördüğünüz bu küçük "evcik" de 1997'de abrahamsson çiftinin öncülük ettiği bir cob ev atölyesi sırasında inşa edilmiş.



koca bir arazinin ortasındaki bu minnak yapı, organik formları ve yapım tekniği ile tipik bir cob ev. yani kil, çamur, saman ve kumdan yapılan bir harçla ve tamamen insan emeğiyle inşa edilmiş. bu sayede doğal ısı yalıtımına sahip, yangın bakımından son derece güvenli ve nefes alabilen canlı bir organizma olduğu söylenebilir.

internette teknik detaylar çok verilmemişse de yapı; asma katıyla, ahşap çatı iskeletini örten saz çatısıyla, derin pencere ve kapı yuvaları, aydınlığı güçlendirmek için kullanılmış yüksek pencereleriyle tipik kuzey mimarisine pek çok atıfta bulunuyor.




cob evlerden haberdar olanlarımızın bildiği gibi, harcı hazırlamak ve şekillendirmek, kimi zaman ayaklarınızla harç çiğneyerek, kimi zaman ise parçalar halinde üst üste yığarak gerçekleşiyor. fakat daha güzeli tüm bu süreçlerin ardından duvarları, nişleri, rafları, sedirleri ellerinizle şekillendiriyorsunuz. hatta merdivenleri bile!



elbette yardımcı inşa malzemelerinden en önemlisi hem doğallığı bozmayacak hem de yeterince sağlam bir iskelet oluşturacak olan ahşap. burada da ahşap başrolde değilse bile önemli bir rolü olduğunu görebilirsiniz. özellikle yatak odasının yer aldığı asma kat ve çatı kısmında.



bu küçük yapının, kira brandt tarafından çekilmiş bu çok güzel fotoğraflarında da görebileceğiniz detayları; burada ne kadar büyük ve bir o kadar keyifli bir emek süreci olduğunu gösteriyor. düşünsenize oturma odanıza koltuk almak yerine çamurdan bir sedir yapıveriyorsunuz. ya da kitaplık almak yerine duvarı kitaplıkla birlikte inşa ediyorsunuz. tabakları, çanakları dizmek için nişler oyuyorsunuz ellerinizle, ya da bu evin ortasında olduğu gibi kocaman bir taşıyıcı sütun yapıyor ve ona neredeyse bir ağaç gövdesiymiş gibi bir karakter biçebiliyorsunuz.




cob evlerin her birinin kendi karakteri olmasının nedeni de bu zaten. hiç inşasında yer almadığım için bilmiyorum ama tahminim o ki; bir cob ev öncesinde her ne kadar tasarlanmışsa da inşa sırasında kendi kendine dönüşüyor ve tamamen kendine özgü pek çok detayıyla hayatına bir karakter sahibi olarak başlıyor. bazen dümdüz ve minimal, bazen girintileri çıkıntılarıyla karmaşık, bazen de içinde yaşayanlarla dans eder, onları kucaklar gibi uyumlu. ve tam da bu nedenle insan ve hayvan fertleriyle o mekanı bir "yuva" yapabilme yetisine ta baştan sahip.



bu yapı için daha detaylı bilgi verebilecek bir kaynak bulamamakla birlikte, bu yazıya kaynak bilgileri veren katrine martensen-larsen'e ait bu yazıyı okumak isteyebilirsiniz.

*fotoğraflar da yine bu kaynaktan alıntıdır ve kira brandt tarafından çekilmiştir. 













15 Temmuz 2019 Pazartesi

şehrin ortasında bir vaha: 25 green




torino'da bulunan bu sıradışı tasarım, italyan mimar lociano pia'ya ait. ormanı şehre taşıma ve şehrin ortasında bir vaha inşa etme vaadinde bulunan  25 Green isimli bu tasarım, bana belirli açılardan hundertwasser house'u hatırlatıyor. hundertwasser'in "yapı doktorluğu" kavramından söz ettiğim blog yazısında da geçen "ağaç kiracılar" kavramı, pia'nın tasarımında mimariye yedirilmiş olan toplam 150 ağaçla güzel bir paralellik içinde. hundertwasser'in "insanların yaşamak için doğadan hukuksuzca zimmetine geçirdiği alanlara karşılık, o konutta yaşayan kişilerin doğaya ve yoldan gelip geçenlere borçlarını ödemek için evlere yerleştirmeleri gereken ağaçları" nitelemek için kullandığı "ağaç kiracılar" terimi; pia'nın 25 green yapısında birleşip yapıyla bütünleşerek dev bir ağaç eve dönüşmüş aslında. 




ana taşıyıcıların çelik ve ağaç gövdesi formundaki kolonlar olduğu bu yapıda 63 ayrı konut bulunuyor. yapının pek çok kısmı ahşap plakalarla kaplı. fotoğraflarda da göreceğiniz gibi bu sayede ana yapı gerçek bir ağaç gövdesi gibi kahverengi. hundertwasser house'un renkli tasarımının aksine; böyle kahverengi bir yapı şayet ağaçlarla donatılmasaydı son derece çirkin, itici, neredeyse paslı gibi görünebilirdi. bu haliyle ise ağaçlar yapıda pırıl pırıl parlıyor. üstelik bu ağaçlar içeriyle dışarı arasında birer köprü -hatta bağ- olarak tanımlanabilir. 



yapıda bulunan bu konutların çoğu birbirinden farklı tasarımlara sahip, aynı şekilde yapıya konutlar aracılığı ile serpiştirilmiş farklı formlardaki teraslar aslında tasarımı bütünlüyor, pek çok yönden hoş bir ahenk katıyor. adeta dans eder gibi. bu tarz ünik tasarımlarda en sevdiğim şey de; tek tek incelediğinde alakasız çoğu detayın bir araya geldiğinde kocaman ve estetik bir bütün oluşturması. 25 green bu anlamda iyi bir örnek.



yapıdaki dev saksılarda boyları 2 ila 8 m. arasında değişen farklı bitkiler bulunuyor. ağaç türlerinin seçimi farklı ihtiyaçlara cevap verecek şekilde yapılmış. yaprak döken ağaçlar kadar, çiçek açan ya da yaprak dökmeyenler de mevcut. 




ağaçların binada yaşayanlar için şahane bir oksijen sağlayıcı olmasının yanısıra, iyi bir hava temizleyici ve iyi bir ses yalıtım aracı oldukları da muhakkak. okuduğum bir makaleye göre, ağaçların iyice büyüyüp belirli bir yetişkinliğe vardığında kendi mikroiklimlerini oluşturması bekleniyormuş. fakat yapının sürdürülebilir bir tasarımı olması yalnızca ağaçlarla sınırlı değil. 




yağmur suyu yapıdaki bitkileri sulamak için kullanılacak şekilde depolanıyor. ayrıca yapıdaki ısıtma ve soğutma sistemlerinin de hepsi sürdürülebilir sistemler olarak tasarlanmış. 



projenin tamamına bakıldığında estetik olarak farklı fikirler olacaktır ancak "ağaç kiracılar"ı düşünüp de sevmeyecek kimse yoktur sanıyorum. üstelik bu yapıyı bugünden değerlendirmek ne kadar doğru onu da bilmiyorum. çünkü bu ve bunun gibi yapılar hem kullanılan ahşap sistemleri, hem sürdürülebilir ısıtma-soğutma sistemleri hem de ağaçlarının yaşayan birer canlı olması nedeniyle tamamen organik ve kendi hayatı olan projeler. bu da tıpkı bir canlı gibi doğdukları, büyüyüp serpildikleri ve yaşlandıkları anlamına geliyor. işin güzel tarafı bunu kentte beton binalarla komşuluk ederek yapıyorlar. dönüşümü görmek şahane olmalı. farklı mevsimlerdeki yüzlerini yaşamak..




* posttaki fotoğraflar: ©beppe guiseppe


8 Temmuz 2019 Pazartesi

kuş yuvasında çay içmek


bu blogda yazılara konu olan pek çok yapının mimarı; aslında formel mimarlık eğitimi almamış, yalnızca inşa etmeye gönül vermiş ve hepimize aslında yaşam alanlarımızı inşa etmek için cetvele ihtiyacımız olmadığını kanıtlayan kişiler oldu.
kişisel olarak mimarlığa olan ilgimi yıllardır bu çerçevede tutuyor olmamın yanısıra, blog vasıtasıyla aldığım yorumlar sayesinde en sıcak hisleri veren, "yuva" sıcaklığını yansıtan yapıların da bu kişiler tarafından inşa edildiğini görmüş oldum. bunun kesinlikle tesadüf olmadığına inananlardanım.
önceki yazılardan birine konu olmuş takashi kobayashi de organik formları, neredeyse kuş yuvalarını andıran stiliyle öne çıkan bir isim olmuştu. bu yazıda da "mimar" hiroshi nakamura ve takashi kobayashi'nin inşa ettiği bir "kuş yuvası"ndan söz edeceğim: "kuş yuvası / atami çay odası"





ilk bakışta kobayashi'nin inşa ettiği diğer ağaç evlerden çok farkı yok gibi görünen bu çay odasının en ilgimi çeken özelliği ortaya çıkış hikayesi oldu. daha önce hiç duymamıştım fakat özellikle japonya'da kargalar kendi yuvalarını inşa etmek için bol miktarda kıyafet askısı çalıyormuş 😆



kargaların kıyafet askılarını yapı malzemesi olarak kullanmalarından etkilenen mimar nakamura, takashi kobayashi'nin, 300 yıllık bir kafur ağacının üzerine yapılacak 10 metrekarelik bir çay odası inşa etmek için kendisiyle iletişime geçmesiyle, bu ilhamını hayata geçirme imkanı bulmuş.
böylece hırsız -ama şüphesiz zeka küpü- kargalar, bu yapının da fikirsel mimarı olmuş aslında.
nakamura bu konuda "askılar yalnızca dayanıklı değil, son derece elastik ve kancaları dolayısıyla dallardan daha fazla bağlantı noktası sağlıyor" diyor ve yine kargalara atıfta bulunarak "kargalar doğal ve yapay olan iki uç arasında oradan oraya uçuşurken, fonksiyonel ve konforlu bir çevre yaratıyorlar" diye devam ediyor.
atami çay odası, japonyanın shizuoka prefektörlüğünde bir dağın okyanusa bakan yamaçlarında yer alan bir bölgede inşa edilmiş. tahmin edileceği ve görülebileceği gibi yapının ana iskeletini bu tarihi ağaç oluşturuyor.




nakamura projeyle ilgili notları arasındaki ifadede: "temel için büyük ölçekli bir kazı ya da beton kullanımı gerektirmeyecek şekilde, köklerin arasına dikkatle kazık temeller yerleştirdik." diyor ve tıpkı yuvalarını inşa ederken kuşların yaptığı gibi çeşitli bileşenleri ekleyip çıkarmak suretiyle ilerlediklerini belirtiyor. yapının ana iskeletini çelik ve ahşap oluşturmuş. bölgenin doğal koşulları gereği ağır makinelerin erişemediği dik bir yamaçta kurulduğundan, tamamen insan gücüyle yerleştirilen 3 cm çaplı çelik çubuklardan oluşturulan bir taşıma sistemi kurulmuş. 




inşaatta kargalardan ilham aldıkları kadar, iç tasarımda da kırlangıç yuvalarından esinlenmişler. ziyaretçilere çalı çırpıdan inşa edilmiş duvarlara sahip bir kuş yuvasının deneyimini yaşatmayı hedeflemişler. görünüşe bakılırsa, insan elinden çıkma bir çay odası ne kadar kuş yuvasına benzeyebilirse o kadar benzemiş hakikaten.




fakat çıkış noktası ve sonuç ne kadar naif görünürse görünsün, burası aslında kai atami resorts'e bağlı bir yapı. böyle bir yerde huzurla oturup çay içmenin etkisi yüz meditasyona filan denktir kuşkusuz fakat öte yandan kafur ağacı aynı fikirde mi bilemiyor tabii insan. sen 300 yıldır kök sal, sonra gelip üstünde çay içmek için bir oda inşa etsinler. çelik çubuklar da cabası.. 
projenin beni bu anlamda tırmaladığını söylemem gerekiyor, diğer yandan kargalardan ve kırlangıçlardan ilham alınarak benzer deneyimlerle inşa edilmiş ve ziyaretçilere bu deneyimleri sunma konusunda epeyce başarılı olmuş böyle bir yapıyı görmezden gelmek istemedim. hatta işin ticari ve etik kısmından bağımsız fotoğraflara bakıldığında mest olmadan da duramıyor insan.
yazıya bağlı tüm fotoğraflar nakamura'nın web sitesinden alındı. çekimlerin hepsi koji fuji'ye ait.
son söz olarak kafur ağacına selam etmek isterim, kimbilir sen ne güzel kuşlara ev sahipliği yapıyorsun. biz çayımızı senin gölgende de içsek deliler gibi mutlu olmalıyız aslında. kocaman öper, sarılırım..