Bir adam düşünelim mesela, inşaat işçisi olsun, doğduğu topraklardan taa uzaklara sadece bu iş için gelmiş olsun. eğitimi malum, ama yetenekleri de malum.. Kimse düşünememiş olsun mesela hayal dünyasının gücünü..
Diyelim ki adı da Sam Rodilla olsun ve bu inşaat işçisi ta 20. yy'ın başlarında Los Angeles'ta bugün pek çok meraklının ve turistin bildiği bir anıt dikmeyi başarmış olsun: Watts Towers.
Her seferinde imrenerek okuduğum bu hikaye gerçek. Bugün Simon Rodia adıyla bilinen, İtalya Ribottoli'de "Sabato" adıyla doğmuş olan bu inşaat işçisi, nedendir bilinmez bir gün kafaya "büyük bir şey" yapmayı koymuş ve 1921'de Watts bölgesinde kendisine bir arazi satın almış ve sıvamış kollarını. Adını Nuestro Pueblo (Bizim Kasabamız) koyduğu bu eserini tamamlaması ise tam 35 yıl sürmüş. 35 yıl boyunca hiçbir makine desteği almadan, tamamen kendi elleriyle ve hepimizin evinde bulunabilecek kadar basit aletlerle inşa etmiş kulelerini.
Watts Towers, aslında birbirine bağlı 17 ayrı yapıdan oluşuyor, bu kulelerden iki tanesinin uzunluğu ise 30 metrenin üzerinde. Kuleler görsel olarak çok dikkat çekici elbette ama tek özelliği görselliği değil. Aslında mimarlık eğitimi almamış bu "mimar"ın, yıllar boyunca topladığı, deniz kabuğundan tutun da çanak çömleğe, şişelere kadar pek çok malzemeyi kulelerini inşa ederken kullanmış olması da en önemli özelliklerinden biri.
Günümüzde şişelerden, tabak çanaktan, arabala lastiklerinden ve benzeri pek çok atık maddelerden sürdürülebilir, çevreyle dost yapılar inşa etme trendinin yükseldiği bir dönem yaşıyoruz ama Simon Rodia yıllar öncesinden, geçtiğimiz yüzyılın başından bu işlere koyulmuş biri. Bu yüzden yaptığının kıymeti daha başka.. 35 yılda yükselen bu kuleler, mozaik parçaları, kırık cam parçaları, deniz kabukları, biraz 19. yy'dan kalma ve çok sayıda 20. yy. Amerikan seramik, çanak çömlek ve çini parçalarıyla bezemiş.
Bu kulelerden birinin, en yükseğinin (99,5 feet) başka bir özelliği daha var: bu kule, tüm dünyadaki en uzun betonarme kolona sahipmiş aynı zamanda.
Kulelerde, Rodia'nın "Marco Polo'nun Gemisi" adını verdiği bir kısım da bulunuyor. Bu kısımda bir kameriye, üç kuş banyosu ve Marco Polo'nun gemisini sembolize eden bir gemi figürü bulunuyor. Bu kısım da diğerleri gibi seramikler, deniz kabukları ve şişe parçaları ile bezenmiş. O kadar ki, inşaatta kullandığı bu malzemeler, bugün bir dönemin bu parçalarına da ışık tutacak nitelikte...
Simon Rodia, 1955'te 75 yaşına vardığında araziyi bir komşusuna devrederek, Kaliforniya'ya ailesinin yanına gitmiş. 1956'da ise geride bıraktığı evi bir yangınla ciddi hasar görmüş. Bunun üzerine evin yıkım emrini veren kent konseyine karşı bir savaşa girişen komşular, Simon Rodia için bir komite kurmuş ve çeşitli kampanyalarla Watts Towers'ın da kurtarılıp bugünlere ulaşmasını sağlamışlar. 1978'e kadar bu komitenin başarıyla ayakta tuttuğu kulelerin mülkiyeti, 1965'te hayatını kaybeden Rodia'nın ardından, eyalete devredilmiş ve üç ana kulenin restorasyonuna başlanmış.
Watts Towers, aslında bir adamın bir gün "büyük bir şey yapmayı" hayal etmesi ile başlayan bir macera.. Tam 35 yıl sürmüş, o kadar yıl boyunca adeta bir dantel gibi tek tek elle işlenmiş eşsiz bir macera. Eminim Rodia, bu yola başlarken kendi hayalinin bu noktalara geleceği üzerine kafa yormamıştı, yalnızca istemiş ve yola çıkmıştı. İnşasının bile bu kadar süreceğini düşündüğünü sanmıyorum. Bana, daha çok kurduğu hayalden uzaklaşamadığı için bir türlü bitirememiş gibi geliyor. En sonunda onu sonlandırdığında, günümüze kadar ulaşıp eşsiz bir sanat eseri olarak değerlendirileceğini bilmiyordu belki, hatta belki bunu önemsemiyordu bile. Ama bugün kuleler orda, ayakta ve herkese hayal etmenin önemini bangır bangır bağırıyor. İnşaat işçisi bir göçmenin, bir çekiç, bir kemerle neler yapabildiğini hepimizin gözüne sokuyor ki görelim, bilelim, istiyorsak yola koyulalım diye..
Bilgilendirme icim tesekkurler,
YanıtlaSilrica ederim :)
Sil