“Bitkilerin gerçekten de toprağa ihtiyacı var mıdır? Hayır, yoktur. (...) Asıl gerekli olan şey su ve içinde çözünen çok sayıda mineraldir. Işık ve karbondioksit sayesinde de fotosentez yaparlar.” diyor Patrick Blanc.
Patrick Blanc, düşey bahçe tasarımcısı ve bu fikrin mucidi. İlk düşey bahçesini 1988’de Paris’deki Bilim ve Endüstri Merkezi’nde uygulamış. O günden bu yana da çok sayıda yapıda düşey bahçeler tasarlama olanağı bulmuş. Sitesinden öğrendiğim kadarıyla İstanbul Galata’da da bir tasarımı bulunuyor.
Düşey bahçe fikri -sarmaşık gibi kökü zeminde olup da- duvarı saran bitkilere değil, doğrudan duvar üzerinde yetişecek bitkilere dayanıyor. Üstelik kurulması da çok basit. Kolaylığı ve hafifliği sayesinde herhangi bir boyut ve özellikte bir duvara uygulamak mümkün. Fakat bir arada yaşayabilecek ve o iklime uygun koşullarda yetişebilecek bitkileri bilmek gerektiği için Patrick Blanc gibi bir botanist ve tasarımcıya ihtiyaç var gibi görünüyor.
Düşey zeminlerde bitki yetiştirmek kulağa yabancı bir fikir gibi gelse de, aslında doğaya bakınca bunun hiç de sıradışı olmadığını görebiliriz. Çünkü doğada, düşey zeminlerde de bitkiler yetişiyor. Baştaki alıntıda da söylendiği gibi, bitkiler için (ya da her bitki için) toprak, olmazsa olmazlardan biri değil. Bir bitki, ihtiyaç duyduğu kadar suya ulaşabildiği her yerde yetişebiliyor. Kayaların üzerinde, uçurumlarda, ağaç gövdeleri ve kütüklerinin üzerinde.. Üstelik bunu görmek için yağmur ormanlarına gitmeye gerek yok, bu örnekler akla gelebilecek her yerde karşımıza çıkıyor günlük hayatta. Doğa (neyse ki) insanlardan daha inatçı..
Patrick Blanc’ın söylediğine göre, örneğin Malezya’da, bilinen 8000 tür bitkinin dışında, 2500 civarı topraksız yetişen bitki bulunuyormuş. Bu, hiç de azımsanacak bir miktar değil. Blanc bu sayıyı verirken, yalnızca Malezya’da değil, dünyanın ılıman bölgelerinde bile bu tür çok sayıda bitki bulunduğunu; sarp alanlarda pek çok Berberis, Spirea ve Cotoneaster türü yetiştiğini de belirtmiş.
Fakat bitkiler doğrudan duvar üzerinde yetiştiğinde, kökler, duvarın içine doğru uzamaya başlıyor ve zamanla duvara zarar veriyor. Patrick Blanc’ın kurduğu sistemde, kökler duvarın içinde değil, yüzeyinde gelişiyor. Toprak gerekmeden kurulabilecek bu bitki destekleme sistemi, her duvara istenen boyutta uygulanabiliyor.
“Bahçe” sözü geçtiği için yalnızca dışarıda kurulabileceği gibi bir izlenim verse de, iç mekanlarda da düşey bahçeler kurabilmek mümkün. Tek fark, iç mekanlarda yapay aydınlatmaya gereksinim duyulması. Ama kurulacak bir aydınlatma sistemiyle, hiç gün ışığı görmeyen kapalı mekanlarda bile dikey bahçeler kurulabiliyor. Bu şekilde yeraltındaki bir otoparkı bile bahçeye çevirebilmek mümkün.
Düşey bahçelerde bitki türleri, öncelikle egemen iklim koşullarına göre belirleniyor. Daha sonra bir arada yaşayabilecek bitki türleri belirlenip bir tasarım yapılıyor. Bitkilerin üzerine ekildiği sistemin, üç ana bölümü var: metal çerçeve, PVC tabaka ve keçe tabaka. Metal çerçeve duvara asılabiliyor ya da zemine sabitlenebiliyor. Bu tabaka, etkili bir ısı ve ses izolasyon sistemi gibi görev yapacak bir hava tabakası oluşmasına yardımcı oluyor.
1 cm. kalınlığında PVC tabaka ise bu metal çerçeveye sabitleniyor. Bu tabaka da sistemi su geçirmez kılmaya ve sistemin sert ve dayanıklı olmasına yarıyor.
Polyamidden yapılan keçe tabaka ise, PVC tabakanın üzerine sabitleniyor. Bu keçe tabaka çürümeye dayanıklıdır ve asıl olarak suyun homojen bir şekilde dağılıp bitkilerin beslemesine yarar. Kökler bu keçe taba üzerinde büyür. Bitkiler bu tabaka üzerine tohum ya da fide olarak dikilebiliyor. Ortalama bitki sıklığı ise her metrekareye 30 bitki yerleştirecek şekilde ayarlanıyor.
Sulama, musluk suyunun besinlerle desteklenmesiyle zenginleştirilerek en tepeden sağlanıyor.
Bir düşey bahçenin toplam ağırlığı metal çerçeve ve bitkilerle birlikte, her metrekareye 30 kg.’dan az. Böylece boyut ve ağırlık sınırı olmadan herhangi bir duvara uygulanabilme imkanı var.
Dikey bahçelerle şehirdeki beton yığınlarını bir doğa parçasına dönüştürerek şahane bir görünüm yaratmanın mümkün olduğu açık. Fakat bir düşey bahçe sadece görsel faydalar sağlamıyor, öncelikle hem yazın hem kışın enerji tüketimini düşürmekte etkili bir sistem.
Bitkilerin yapraklarına ek olarak, kökler ve tüm mikroorganizmalarıyla geniş bir hava temizleme yüzeyi görevi görür ve doğal bir hava temizliği yaratıyor. Sistemin temel parçalarından biri olan keçe tabaka, hava kirlliğine neden olan partikülleri alarak, yavaş yavaş ayrıştırıyorr ve sonunda bitki gübresine dönüşmesini sağlıyor.
Bakımına gelince.. Patrick Blanc, düşey bahçeleri düzenli bir bahçe gibi düşünmemez gerektiğini söylüyor. Yılda maksimum dört kez bakım yapılması yeterli oluyormuş.
Günümüzde (ister trend takibi gerekçesiyle ister samimi olsun) yükselen bir eko-mimari yaklaşımı olduğu bir gerçek. Peki, pek çok konuda doğayı taklit eder ve modern yaşantımıza uydurur olduysak, neden düşey bahçelerimiz de olmasın? Neden beton duvarlarımız yemyeşil bahçelere dönüşmesin?
Belki evlerimiz için bu sistemi kurmak maliyetli olabilir. Ama bir gökdelen dikmek ve onu geceleri pırıl pırıl aydınlatabilmek, dışını camlarla kaplayıp sürekli temizletmek zorunda kalmak eminim ondan daha az maliyetli değildir. O yüzden özellikle şirket binalarının, kamusal yapı ve alanların düşey bahçelerle donatılması çok iyi bir fikir.
Daha ayrıntılı Patrick Blanc'ın sitesi ziyaret edilebilir.
arika bir çalişma tebrikler
YanıtlaSilçok teşekkür ederim :)
Sil